DİP Bildirisi: Türkiye Montrö’den değil NATO’dan çıksın! Emperyalist ABD Karadeniz’den defol!

DİP Bildirisi

ABD, iki savaş gemisini boğazlardan geçirip Karadeniz’e çıkartmak için Montrö Sözleşmesi kapsamında Türkiye’ye bildirim yaptı. 14-15 Nisan tarihlerinde geçişi öngörülen gemiler tonaj ve sayı olarak Montrö’nün öngördüğü kısıtlamaları aşmıyor ve yine aynı sözleşmeye uygun olarak gemiler Karadeniz’de sadece 4 Mayıs’a kadar kalabilecekler. ABD donanmasına ait bu iki savaş gemisi, ABD emperyalizminin Rusya’ya karşı uzun vadeli kuşatma politikasının Ukrayna özelinde provokatif ve saldırgan bir hamlesi içinde olduğu bir dönemde Karadeniz’e çıkıyor.

Ukrayna’nın doğusunda yer alan Donbas bölgesinde tek taraflı bağımsızlık ilan eden Luhansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetleri ile Ukrayna arasında 7 yıl önce başlamış olan savaşta geçtiğimiz Temmuz ayında kapsamlı bir ateşkes yürürlüğe girmişti. Ancak ABD, Biden’ın göreve gelmesinin ardından bölgedeki niyetlerini Ukrayna ordusuna 20 askeri araç, donanmaya ise 84 bot hibe edip, ek olarak 250 milyon dolarlık askeri yardım yaparak gösterdi. ABD, Mayıs ayında Balkanlar ve Karadeniz kıyılarını (Bulgaristan ve Romanya) kapsayacak Defender Europe 2021 tatbikatına 20 binden fazla askerle katılacağını ilan etti.  Haliyle 2021 Mart ayından itibaren bölgede artan ateşkes ihlalleri gerilimi tekrar tırmandırdı. Ukrayna’nın ABD ve Batı emperyalizmi taraftarı Başbakanı Zelenskiy, NATO üyeliği hedefini vurgulayıp adeta yangına körükle giderken, Rusya Donbas sınırına askeri yığınak yapıp, Hazar donanmasını Karadeniz’e taşıyarak, 2008’deki Gürcistan savaşını hatırlatan şekilde askeri bir çatışmaya hazır olduğunu gösteriyor.

Karadeniz’e çıkan iki Amerikan savaş gemisi bölgede Rusya lehine olan askeri güç dengesini değiştirecek boyutta değil. Bu çıkış askeri olmaktan daha çok politik bir anlam taşıyor. ABD emperyalizminin Ukrayna’nın arkasında olduğuna dair bir gösterisi söz konusu. Zira Ukrayna ve Rusya arasında olası bir savaşa ABD’nin de dahil olması, nükleer silahların kullanılacağı bir Üçüncü Dünya Savaşı’na kadar uzanacak senaryoların gündeme gelmesi demek. Rusya’ya tehdit 1999’dan başlayarak NATO’nun eski Varşova Paktı ve SSCB topraklarına doğru genişlemesinden kaynaklanıyor. İki savaş gemisi ABD’nin bu kuşatmayı Karadeniz’e doğru genişletme niyetini sembolize ediyor. Elbette ki ABD’nin Rusya’ya karşı bu saldırgan tavrının gerçek bir caydırıcılık içermesi için ise NATO üyesi Türkiye’nin tabloyu tamamlaması lazım.

Türkiye’nin ABD’nin saldırgan kuşatma politikasına dahil olması iki yoldan olabilirdi. Bunlardan biri hiç şüphesiz ki Türkiye’nin Ukrayna ve Rusya arasındaki ihtilafta Ukrayna tezlerini politik olarak desteklemesidir. Bu dün Zelenskiy ile Erdoğan arasında İstanbul’da yapılan görüşmede tam olarak gerçekleşmiştir. Erdoğan her ne kadar diplomatik çözümden bahsetse de Türkiye’nin Kırım’ın ilhakını tanımadığını ve tek taraflı bağımsızlığını ilan eden Donbas’taki cumhuriyetleri kast ederek Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunduğunu vurgulamıştır. Türkiye’nin Ukrayna ile sadece ekonomik değil askeri işbirliği içinde olduğunun da özellikle altını çizmiştir. Bunların hiçbiri ilk defa söylenmedi tabii ki. Türkiye’nin Ukrayna konusundaki politik pozisyonunun, Rusya ile Türkiye’yi bir çatışma içine sokacak derecede keskin şekilde ortaya konmadığını da biliyoruz. Bu yüzden Türkiye’nin Amerikan kuşatmasına ikinci ve dolaylı bir yoldan dahil olması gerekiyor. Bugün bu yolun Montrö’nün tartışmaya açılması olduğunu net bir şekilde görebiliyoruz.

Emekli Amirallerin bildirisi ile gündeme otursa da Kanal İstanbul projesi dolayısıyla Montrö’nün akıbetinin ne olacağına dair tartışmalar çok öncesinden başlamıştır. Ancak son günlerde bu tartışmaların son derece sıcak bir şekilde gündemde olduğu açıktır. Türkiye’de on yıllardır Montrö’nün değişmezliği, hadi diyelim tabu olmasa bile sağduyunun bir parçası olarak kabul edilirken bir hafta içinde darbe, muhtıra, emekli amiraller derken, televizyonlardaki açık oturumlardan magazin programlarına kadar Montrö aleyhinde konuşmak sıradanlaşmıştır.

TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un bir ropörtajda Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi gibi Montrö’den de teknik olarak Cumhurbaşkanı kararı ile çıkabileceğini söylemesi tartışmanın fitilini ateşlemişti. Aynı röportajda Şentop “Marmara denizinden ayran yapmak da yeterince yoğurt bulabilirseniz mümkündür ama muhtemel değildir” şeklinde rezerv koyan bir ifade de kullanmıştı. Hem Şentop kendini bu sözlerle savundu hem de Erdoğan daha sonra yaptığı bir konuşmada Montrö’ye bağlı olduğunu belirtti. Ancak Erdoğan konuşmasında “daha iyisi için imkân bulana kadar” diye bu sefer tam tersi yönde bir kayıt koymuştu. İşte bu kayıt, Kanal İstanbul üzerinden Montrö’nün tartıştırılmasını durdurmamış, tam tersine hızlandırmıştır. Seviye magazin programlarına kadar inmiştir. Montrö aleyhindeki argümanların hukuki, siyasi, ekonomik geçerliliğinin olmasının bir önemi yoktur. Tartışmalı hale getirilmesi yeterlidir. Zira Montrö’nün tartıştırılması bugün sadece ABD emperyalizmine “daha iyi bir imkân” vadetmektedir. Montrö’süz bir dünyada ABD boğazlardan uçak gemisi dahi geçirebilecek ve Karadeniz’de dilediği kadar (gücü yettiği kadar) kalabilecek, Trabzon Sürmene’de inşa edilen deniz üssü ABD donanması tarafından Karadeniz’in İncirlik’ine dönüştürülebilecektir..  

İktidar yandaşları arasında Montrö olmasa da Türkiye’nin ABD’nin Karadeniz’e donanma çıkarmasına mani olacağını savunanlar var. O takdirde Türkiye boğazlarda tam egemen olurmuş, Montrö’nün getirdiği kısıtlamalar kalmazmış! Cihat Yaycı ve Doğu Perinçek gibileri bu konuda iktidara çok güveniyorlar. Ama unuttukları, daha doğrusu kötü niyetle unutturdukları pek basit bir şey var. O da Türkiye’nin aktif bir NATO üyesi olduğudur. Topraklarında ABD ve NATO üsleri, halen de bu üslerde hedefi Rusya olan nükleer bombalar bulundurduğudur. Türkiye’nin ekonomisinin dolara bağımlı olduğu, Halkbank davası, S-400 yaptırımları gibi başlıkların demoklesin kılıcı gibi mevcut iktidarın başında sallandığıdır. Yani Montrö’nün olmadığı bir durumda, ABD’ye gebe bir iktidarın ve o iktidarın Amerikan liyakat madalyalı bakan ve komutanlarının Amerikan donanmasına karşı siyasi irade kullanacağına güvenilebilir mi?

Tabii ki hayır. Ve işte bu yüzden de Rusya, magazin programlarında konuşulanlara değil gerçekte olan bitene bakmakta, emperyalizmin baskısını görmekte ve Türkiye’de başlayan Montrö tartışmasıyla ilgili diplomatik açıklamalarında olabilecek en gergin tonda konuşmaktadır. Bu koşullarda Montrö’nün tartışmaya açılması Türkiye’nin emekçi halkını ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda ateş çemberinin içine sürüklemek demektir. Türkiye’nin ve bölgedeki tüm diğer halkların güvenliği ve çıkarı emperyalizmin kuşatmasının kırılmasından geçer. Bugün gecikmeksizin feshedilmesi gereken bir anlaşma varsa o da memleketin boynundaki emperyalist zincirin halkaları olan İncirlik, Kürecik ve diğer 12 üsse dayanak oluşturan, 12 Eylül cuntasının emperyalizme hediye ettiği, tüm işbirlikçi iktidarların da her beş yılda bir uzattığı ABD ile Savunma ve İşbirliği Anlaşması (SEİA)’dır.  Türkiye Montrö’den değil NATO’dan çıkmalıdır! ABD Karadeniz’den defolmalıdır.  İncirlik başta olmak üzere tüm emperyalist üsler kapatılmalıdır. Bu adımları mevcut işbirlikçi siyasi iktidarın atması ancak Marmara denizinden ayran yapmak kadar olasıdır. Ama ülkenin boynundaki emperyalist zincirleri kıracak bir işçi emekçi iktidarı için bu hem mümkün, hem muhtemel, hem de zorunludur!