DİP Politbüro Bildirisi: Sermayeden ve emperyalizmden kopmadan emeğin ve özgürlüğün ittifakı kurulamaz!

DİP Bildirisi

Emek ve Özgürlük İttifakı bir üçüncü yol iddiasıyla kuruluşunu ilan etti. İttifakın siyasi pozisyonunu ifade eden bu üçüncü yol iddiası deklarasyonda, Türkiye halklarının “Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı arasına sıkışmış bir egemen siyasete mahkûm” olmadığı vurgusuyla pekiştiriliyor. HDP’nin başını çektiği ittifak TİP, EMEP, EHP, TÖP ve SMF’den oluşan altı partinin ortaklaşmasıyla kuruldu. Bu ortaklaşmada “acil görevler” vurgusu öne çıkıyor.  Bu görevler “Cumhur İttifakı’nın yarattığı yıkımı durdurmak, tek adam yönetimini sonlandırmak, halkın çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek, demokratik hak ve özgürlükler temelinde bir değişim ve dönüşümün gerçekleşmesini sağlamak” şeklinde ifade ediliyor. Farklı program ve politik yönelişlere sahip siyasi öznelerin bir ittifaka ya da eylem birliğine giderken en önemli ve acil başlıkları öne çıkarması en uygun yöntemdir. En genel anlamda bakıldığında Emek ve Özgürlük İttifakı’nın Cumhur ve Millet İttifakları dışında bağımsız bir üçüncü yolun gerekliliğine işaret etmesi, istibdad rejimini hedef aldığını (ittifak “tek adam rejimi” olarak yarı-askeri rejim karakterini ıskalasa da doğrultu olarak mevcut baskıcı ve keyfi yönetime karşı konumlanmaktadır) ekmek ve hürriyet başlıklarında toplayabileceğimiz taleplere odaklandığını görüyoruz. Eğer ittifak bu yönelişin gerektirdiği pratik politik pozisyonu alabilmiş olsaydı, ortaklaşılan programın sunuluşuyla içeriği örtüşseydi olumlu olurdu. Ancak iddialarla politik konumlanış ve içerik arasında ciddi çelişkiler söz konusudur.

Öte yandan, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın eski seçim platformlarına göre sol ve işçi-emekçiden yana bir program temelinde yola çıktığı konusunda bir değerlendirme var. 2011’den bu yana işçi sınıfını “kadınlar, Kürtler, gençler, işçiler, LGBTİ’ler” gibi kategorilerle aynı düzeye indirgemiş olan HDP’nin bu sefer işçi sınıfının acil taleplerine sahip çıkan bir dil benimsediği doğru. Bunun ne denli düzenin sınırları içinde kaldığını birazdan göreceğiz. Ama bu taleplerin varlığını önemseyecek olanlara hatırlatalım ki HDP ve müttefiklerinin bu kez sınıf taleplerine daha çok yer vermesi, hayatın zorlamasındandır. Türkiye yangın yeri. Ekonomik sorunlara hiç olmazsa söz düzeyinde merkezî bir yer ayırmayan kimseyi halk dinlemez. Kürtler ise Türkiye işçi sınıfının en kötü koşullarda çalışan, en yoksul, en güvencesiz kesimleri içinde. Dolayısıyla, HDP ve müttefiklerine bu tür taleplere yer vermeyi dayatan hayatın kendisi oldu. Nihayet Kürtlerle işçi sınıfının arasında gerçek bir çıkar birliği olduğunun sadece pratikte de olsa teslim edilmesidir bu.

Üçüncü aday yoksa üçüncü yol da yok 

Bu çelişkilerin başında seçim politikası geliyor. Emek ve Özgürlük İttifakı ortaya net bir seçim politikası koymuyor. İttifakın üçüncü yol iddiasının somutlaşacağı tek alan olarak Erdoğan’ın ve onun karşısında Millet İttifakı’nın merkezinde olduğu 6’lı masada belirlenecek adayın karşısına bir üçüncü adayla çıkma iradesi de perspektifi de bulunmuyor. Tam tersine ittifakın başat gücü Cumhur ve Millet İttifakları arasında sıkışmaktan bahsetse de Millet İttifakı ile “ortak aday” çıkarma yönelişini merkezde tutmaya devam ediyor. Buradaki tek çekince yönteme dair. Millet İttifakı’nın işçi ve emekçi düşmanı sınıfsal niteliği, istibdad rejimiyle iç içe geçmiş ilişkileri sorun edilmiyor. İçindeki faşist öge olan İyi Parti de ancak HDP’yle aynı masada olunur mu, bakanlık verilir mi tartışması bağlamında sorun ediliyor. Genel olarak bakıldığında, Millet İttifakı ve 6’lı masadan ayrı ve bağımsız durma çabasından ziyade buraya önerilerde bulunma tutumu öne çıkıyor. İttifakın bileşenlerinden TİP epey bir süreden beri daha da ileri giderek Millet İttifakı’na “Ekmeleddin olmasın yeter” diyerek açık çek veriyor. İttifakın diğer bileşenleri ise bu konuda suskun kalarak Millet İttifakı ve 6’lı masayla birlikte hareket etme yönelişiyle uyumlu bir tavır sergiliyorlar.

Siyaseti Cumhur ve Millet İttifakları (düzen siyaseti olarak da ifade edebiliriz) arasında sıkışmaktan kurtarma iddiasında olan ittifak, kendisi halihazırda bu alana sıkışmış olduğu için, inandırıcı ve tutarlı olmaktan çok uzak. Bir üçüncü yoldan ziyade “iki buçukuncu cephe” pozisyonu mevcut. Düzen siyasetine sıkışmış bu pozisyon “Emek ve Özgürlük” ittifakının emeğe ve özgürlüğe dair ortaya koyduğu programı ve ilkeleri de baştan sakatlıyor. Emeğe dair acil politika ve talepleri hayata geçirmeyi vurgulayanların, bunu, sermayenin cumhurbaşkanı adayını ve dolayısıyla da Millet İttifakı ve 6’lı masaya yaslanan olası bir sermaye hükümetini destekleyerek yapamayacakları açıktır. Sermayenin çıkarlarının hâkim olduğu düzen siyasetinden kopmadan emeğe dair söylenenler sözde kalacak ve düzen siyasetine sıkışmış pratik politik pozisyonu özürlemekten başka işlev görmeyecektir. 

Benzer bir durum “özgürlük” başlığında da geçerlidir. Millet İttifakı ve 6’lı masa sadece sınıfsal karakteri ile değil mevcut istibdad rejimiyle iç içe geçmiş olmasıyla, “özgürlük” için bir müttefik değildir. Bilakis özgürlük (hürriyet) mücadelesinin karşıtıdır. Düzen muhalefetinin istibdad rejimiyle nasıl iç içe geçtiğinin pek çok örneği verilebilir ancak en son ve güncel gelişme olarak Susurlukçu kontrgerilla mensubu aşiret reisi Sedat Bucak’ın İyi Parti üzerinden Millet İttifakı’na dahil edilmesi pek çok şey anlatan sembolik bir olay olarak karşımızdadır.  Yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır. “Acil görev tek adam rejimini değiştirmektir” diyerek aciliyeti belirleyici bir politik unsur olarak devreye sokarsanız varacağınız yerde asla tek adamla sınırlı olmayan yarı-askeri rejim hüviyetindeki müstebit bir kontrgerilla-mafya düzeninin kıyılarında kendinizi bulursunuz. Acil görev sermayeden, emperyalizmden ve devletten bağımsızlaşmaktır!  

Sermayeyi ürkütmemek için CHP’nin dahi gerisine düşmek  

Bu aşamaya kadar Emek ve Özgürlük İttifakı’nın iddialarıyla pratik eylem ve konumlanışlarının çelişkili olduğuna işaret ettik. Ancak çelişkiler ortaya konan programın içeriğine bakıldığında da görülmektedir. Bir başka ifadeyle ittifakın politik iddiaları ile politik pozisyonu arasındaki çelişkinin giderilmesi için deklarasyonun bir dizi başlığının sermayeyi ürkütmeyecek şekilde formüle edildiği, klasik bir reformist tutumla işçi sınıfı ve emekçi halkın taleplerinin sermaye düzeniyle uyumlu hale getirilmek istendiği gözüküyor. Dolayısıyla ittifakı oluşturan partilerin çoğunluğu sosyalistlerden oluşsa da ekonomiye dair program sosyal demokrat bir çerçeveyi aşmıyor. Kullanılan jargon kulağa sol gelse de içerik pek çok yerde CHP’nin öne sürdüğü politikalardan bile geri pozisyonda.

İttifakın sermaye ile uzlaşma çabası en başta ücretler konusunda kendini ele veriyor. Ücretlerin arttırılması talebi ifade edilirken “ücretlerin açlık ve yoksulluk sınırının üzerinde insanca yaşayacak düzeye çıkarılması” savunuluyor. Açlık sınırı mı yoksulluk sınırı mı? Daha somut olarak ve güncel rakamlarla ifade edersek 7.245 lira mı 23.600 lira mı? Bu muğlaklık neden? Çünkü sermaye düzeninde birileri açlık sınırı ve civarında çalışmazsa (fiili durumda işçi sınıfının ezici çoğunluğundan bahsediyoruz) sermayenin kârlılığı ve rekabet gücü zarar görür. Dolayısıyla burjuva anlamda “gerçekçi” bir ekonomi politikası emek piyasasına teslim olmayı gerektirir. Devrimci bir sınıf siyaseti ise ücretlerin arttırılmasında her kuruş için verilen sendikal mücadelelerde en önde olmayı gerektirir ama bu sermaye düzeninde “insanca ücret” aramakla değil ücretli emek düzenine karşı mücadele etmekle tamamlanmalıdır. Bırakalım CHP’yi Erdoğan’ın bile en temel politik hamlesinin yıl sonunda asgari ücrete yüksek oranda zam yapmak olduğu biliniyorken ittifakın ücretlerle ilgili talebinin gerçek anlamda düzen siyasetinin dışına çıkabildiğini söyleyebilir miyiz? Elbette ki hayır!

Sermaye düzeninin kalbinde üretim araçlarının özel mülkiyeti vardır. Bu sebeple sosyal demokratlar ve reformistler özel mülkiyetle cepheden çatışmamaya özen gösterirler. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun oldukça yankı uyandıran “kamulaştırma” söyleminin beşli çeteyle sınırlı tutulması CHP’nin sermaye partisi olmasının ve sermayenin beşli çete dışındaki bir dizi fraksiyonunu temsil etmesinin sonucudur. Peki Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bu konuda Kılıçdaroğlu’nun dahi gerisine düşmesini nasıl izah etmek gerekir? Emek ve Özgürlük İttifakı daha baştan “kamulaştırma” politikasını özel mülkiyeti de içeren ve sermayenin demokratikleştirilmesine dair gerici bir ütopyaya dayanan sol liberal “kamusallaştırma” kavramıyla ikame ederek CHP’nin dahi gerisine düşmüştür. Bir kez bunu yaptıktan sonra kamusallaştırmanın dahi elektrik dağıtım, otoyol ve köprüler, eğitim ve sağlıkla sınırlandırılması tabii ki şaşırtıcı değildir. Sermayeyi ürkütmemek için enerji bile denmiyor enerji hatlarından bahsediliyor. Yani en az yap işlet devret modeli yağma kadar gayrimeşru şekilde sermayeye peşkeş çekilmiş olan Tüpraşlar, Petkimler ittifakın gündemine girmiyor. Devleti üretimden ve yatırımlardan dışlayan liberal düsturdan bile kopulamıyor. 

Kamu hizmetlerini ve yatırımlarını özel sektöre peşkeş çeken ihale sistemine bile karşı çıkılmıyor. İhale sisteminin “yandaşları palazlandırdığı”ndan şikâyet edilerek bu konuda sadece “hukuken yeniden incelemek” öneriliyor. Yerel seçimlerde müteahhit adayları “her şey çok güzel olacak” diye desteklemenin vardığı yer! Sermayeden, sermaye düzeninden yer yer bahsediliyor ama somut olarak beşli çeteden başka ittifakın kadrajına giren bir sermaye odağı yok. Kapitalist ekonominin hâkim tepelerini tutan bankalar ise ufukta bile gözükmüyor. Oysa “insanca yaşanılacak ve çalışılacak bir ekonomik düzen” için bankaların kamulaştırılması ve devlet bankaları temelinde merkezi planlama mutlak bir gerekliliktir. Emek açısından bu gerekliliği es geçen gerçekçi bir politika üretilemez. Özetle Millet İttifakı’nın, yani özünde TÜSİAD’ın adayını desteklemeyi politik bir pozisyon olarak benimsemekle son derece uyumlu bir durumla karşı karşıyayız.

NATO üyesi ülkede NATO’ya hayır demeden özgürlük savunulamaz!

Sadece sermayeyi değil emperyalizmi de ürkütmeme çabasını görüyoruz. Aynı TÜSİAD gibi NATO da ittifakın kadrajına girmiyor. Üstelik “emperyalist güçler” ifadesi kadraja Rusya ve Çin’i de sokmaya yönelik çabanın bilindik ve alışıldık bir tezahürü. Rusya ve Çin emperyalist midir değil midir tartışması son derece önemlidir. Biz bu soruya açıkça değildir cevabını veriyoruz. NATO’ya karşı tarafız! Ama emperyalizme karşı asgari düzeyde de olsa tutarlı bir duruş sergilenmesi için bu konuda anlaşmak gerekmiyor. Türkiye ne Rusya’nın merkezinde olduğu CSTO’ya ne de Rusya ve Çin’in birlikte yürüttüğü Şangay İşbirliği Örgütü’ne üyedir. Türkiye NATO üyesidir. AB’nin aday üyesidir. NATO’yla, emperyalist üslerle, dolarla, avroyla ve nihayet Gümrük Birliği ile Batı emperyalizmine zincirlenmiş bir ülke söz konusudur. Böyle bir ülkede her şeyi bıraktık NATO’yu kadraja almayan bir anti-emperyalizm boş sözden ibarettir. Daha kötüsü NATO’yu kadrajın dışında bırakma iradesi, büyük sanayiyi ve bankaları kamulaştırma gündeminin dışına atmak gibi, emperyalizmle de uzlaşma eğilimine işaret etmektedir. 

Bu konunun sadece Amerikan emperyalizmine ve NATO’ya karşı tutum alıştan ibaret olmadığını da özellikle belirtmek gerekir. AB’nin ve Gümrük Birliği’nin boyunduruğundan bahsetmeden ne emekten yana bir dış ticaret politikası ne de adil bir vergi politikasından bahsedilebilir. Ekonominin dövize ve yabancı sermayeye bağımlığını sorgulamayan emekten yana bir politika inşa edilemez. Dolayısıyla emperyalizme karşı tutarsız ve uzlaşmacı tutum doğrudan işçi sınıfının ve emekçi halkın ekmek talebiyle ve mücadelesiyle çelişmektedir.  Neredeyse her konuşmada Deniz Gezmişlerin, Mahir Çayanların, İbrahim Kaypakkayaların isimlerinin anıldığı bir ortamda emperyalizme karşı net bir politik tutumun ortaya konmaması, bu devrimcilerin karşısında bilfiil savaştığı İsrail Siyonizminin adının dahi geçmemesi acıdır. 

Emek ve özgürlük için iltihak değil ittifak gerek

Emek ve Özgürlük İttifakı elbette ki bir sosyalist ittifak değil. Bunu biliyoruz. Ancak ittifakın HDP dışındaki bileşenlerinin tamamının sosyalist olduğunu da göz ardı edemeyiz. Ayrıca HDP’nin içinde, çatı partisinin bileşeni olan çok sayıda sosyalist parti ve oluşum da bulunmaktadır. Bu durum açıklanmaya ve sorgulanmaya ihtiyaç duyuyor. Türkiye’de sosyalist hareketin Kürt hareketiyle ittifakının Türk ve Kürt işçilerinin, emekçilerinin, yoksullarının birlikte mücadelesi açısından son derece önemli olduğunu söyleyen bir hareketiz. Hatta 1990’lı yıllarda bu ittifakı ifade eden “Emek ve Özgürlük Cephesi” sloganını öne çıkaran da bizleriz. O zamandan 2010’lara dek bu doğrultuda bir “Üçüncü Cephe”yi en güçlü biçimde savunan da biziz. Ama ittifak ile iltihakın aynı şey olmadığını ve birbiriyle çeliştiğini de yıllardır söylüyoruz ve uyarıyoruz. Sosyalistler şu ya da bu sebeple Kürt hareketiyle ittifak ilişkisini iltihaka doğru genişlettiği her seferde işçi sınıfını esas alan sosyalist politikalar ve ilkeler terk edilmiş, sınıf siyaseti tamamen bırakılmış, sosyalistlik altı boş bir etikete dönüşmüştür. Sermayeyi, emperyalizmi, sermayenin NATO’cu, Amerikancı ittifaklarını karşısına almayan bir ittifakta sosyalistler gerçek bir bileşen değil olsa olsa süstür. Böyle bir “ittifak” kaçınılmaz olarak emeğin ve özgürlüğün üçüncü yolunda yürüyemeyecek, sermayenin ve emperyalizmin ittifaklarına yakınsamaya devam edecektir.           

 

Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın. 

emek ve özgürlük cephesi bildiri podcast