Fırat’ın doğusunda NATO koridoru anlaşması

Fırat’ın doğusunda NATO koridoru anlaşması

Türkiye bir süredir Fırat’ın doğusundaki PYD/YPG hakimiyetini gerekçe göstererek ABD’ye bu hakimiyete son verecek bir güvenli bölge oluşturma önerisinde bulunuyordu. 30-40 km. derinliğinde bir bölgenin PYD/YPG güçlerinden arındırılmasını isteyen hükümet ABD’yi ikna edemeyince, hem Erdoğan hem Hulusi Akar bölgeye tek yanlı askeri operasyon düzenleneceğine dair açıklamalar yapmaya başlamıştı. Bu açıklamalara paralel olarak TSK güçleri konvoylar halinde Akçakale ve Ceylanpınar başta olmak üzere sınır bölgelerine askeri yığınak yapıyordu. ABD tek yanlı bir askeri müdahaleye karşı olduklarını söylerken Savunma Bakanı Mark Esper daha da ileri giderek bu tür bir girişimi engelleyeceklerini açıkladı. Bu esnada Türkiye’nin sınıra yaptığı askeri yığınağa karşılık olarak PYD/YPG güçlerine ABD tarafından TIR ve kamyonlarla silah sevkiyatı sürdürülüyordu.

Anlaşmanın tek somut sonucu ABD’nin Türkiye’yi engellemesi

Karşılıklı açıklamaların ardından iki ülke askeri temsilcileri bir anlaşmaya vardılar. Üç maddeden oluşan anlaşma a) Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderecek ilk tedbirlerin derhal alınmasını, b) Güvenli bölgenin ortak ve koordineli şekilde oluşturulması için iki ülke arasında bir Müşterek Harekât Merkezi kurulmasını, c) Güvenli bölgenin bir “barış koridoru” olması ve Suriyeli göçmenlerin ülkelerine geri dönmesinin sağlanması için her türlü çabanın sarf edilmesini öngörüyor. Bu maddeler, “barış koridoru” kavramının kullanılması, güvenli bölgenin ortak bir amaç haline getirilmesi ve Suriyeli göçmenlerin bölgeye yerleştirilmesini dile getirmesi açısından Türkiye’nin taleplerinin karşılandığı izlenimi yaratıyor. Ancak bu sadece bir izlenimden ibaret. Çünkü maddelerin hiçbirinin içeriği açıklanmamış ve altı doldurulmamış durumda. Ortada somut bir takvim de yok.

Öyle anlaşılıyor ki söz konusu maddeler Tayyip Erdoğan, Hulusi Akar ve Mevlüt Çavuşoğlu’nun bir başarı hikayesi yazmasına uygun, ancak sahada ABD’nin iradesine aykırı bir sonuç oluşturmayacak şekilde özellikle formüle edilmiş. Kelimeler bu amaçla ve özenle seçilmiş. Anlaşmadan önce Türkiye “gireriz”,  ABD de “engelleriz” diyordu… Anlaşmanın sonunda elde tek bir somut sonuç vardır o da Türkiye’nin bölgeye tek yanlı müdahalesinin engellenmesidir

YAŞ’ta emekli edilen generalden itiraf: Dostlar alışverişte görsün harekatı

Bu arada, Mınbiç’te ABD ile Türkiye’nin ortak devriye görevlerini yöneten Tuğgeneral Erdal Şener, son YAŞ (Yüksek Askeri Şura) toplantılarında emekliye sevk edildikten sonra önemli açıklamalarda bulundu. Tuğgeneral Şener, ABD’nin kapalı kapılar ardında TSK’nın olası bir harekâtını engellediğini söyledikten sonra güvenli bölge ve ortak harekât ifadelerinin ise toplumu yatıştırmaya yönelik açıklamalar olduğunu iddia ediyor. Tuğgeneral herhangi bir asker değil. Mınbiç’te başında bulunduğu “ortak harekât” görevinin deneyimi ile konuşuyor: “Münbiç’te Amerikalılarla devriye yaptım. Bir gün Münbiç’e girmedik. Dostlar alışverişte görsün devriyesi oldu. Şimdi 30-40 km. derinlikten bahsediliyor. Tamamen hayal.”

Dışişleri bakanı Çavuşoğlu da emekli generali doğruluyor

ABD ile yapılan anlaşmanın üzerinden günler geçtikten sonra Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu birdenbire sert bir tonla “Fırat’ın doğusu ne pahasına olursa olsun temizlenecektir” dedi. Çavuşoğlu bu açıklamasında ABD’yi de eleştirdi. “Amerika'nın da artık bizi Münbiç gibi oyalama sürecine girmesine de müsaade etmeyeceğiz” dedi. Demek ki “güvenli bölge” ve “ortak harekât” ifadeleri pratik olarak hiçbir bağlayıcılık içermiyor. ABD daha önce Mınbiç’te olduğu gibi Türkiye kamuoyunu teskin edip, zaman kazanarak kendi planını hayata geçirmeye devam ediyor. Tuğgeneral Şener’in eleştirileri ile örtüşen bir durum söz konusu. General bu eleştirileri daha önce yaptığı için mi emekli edildi, yoksa emekli edildiği için mi bu eleştirileri yapıyor bunu bilmek güç. Ancak her iki durumda da Çavuşoğlu’nun açıklamaları ile generalin eleştirileri farklı yerlerden hareket edip aynı noktada buluşuyor. Türkiye ABD’ye hiçbir şey kabul ettirebilmiş değildir. Süreç Amerikan emperyalizminin inisiyatifi dahilinde ilerlemektedir.

“Güvenli bölge” ABD’nin çıkarlarına aykırı değil

Bu süreçte ABD sadece Türkiye’yi engellemiş değil. Bu anlaşma sayesinde çok daha fazlasını elde etmiştir. Türkiye’de iktidar ABD’ye rağmen “güvenli bölgeyi” kabul ettirdiğini iddia etse de bunun doğru olmadığı açıkça görülüyor. Öte yandan şunu da hatırlamak gerekir ki NATO ordusu olarak TSK’nın Suriye’ye girmesi ABD’nin tamamen karşı çıktığı bir şey hiçbir zaman olmadı. Hatta Suriye iç savaşının ilk dönemlerinde ABD uzun bir süre Türkiye’yi Suriye’ye sokmaya çalıştı. ABD’nin özellikle Fırat’ın doğusunda PYD/YPG güçlerini kullanarak alan hâkimiyeti elde etmesi ve bu ilişkinin devam ediyor oluşu nedeniyle ABD, TSK ve PYD/YPG arasındaki bir çatışma yaşanmasını istemiyor. Ancak bu ABD’nin PYD/YPG’yi genel ve stratejik olarak NATO ordusu TSK’ya tercih ettiği anlamına gelmiyor. Bilakis ABD uzun vadeli ve stratejik çıkarları açısından NATO ordusu TSK’yı Suriye’de Esad’a, bölgede de İran’a karşı konumlandırmaktan yana. PYD/YPG’yi ise taktik ve operasyonel düzeyde kullanmaya devam etmek istiyor. Bu açıdan bakıldığında “güvenli bölge” belki de Türkiye’den daha çok ABD’nin çıkarlarına uygundur. Eğer inisiyatif tümüyle ABD’de olursa, TSK ve PYD/YPG arasında çatışmayı engelleyecek bir güvenli bölge oluşturulursa bu sayede hem NATO ordusu İdlib’den Irak sınırına kadar boylu boyunca Suriye’nin içine sokulmuş olacak hem de PYD/YPG Fırat nehri boyunca Suriye ordusunun karşısında mevzilendirilebilecektir.

Bu açıdan bakıldığında ABD, Suriye’nin Kuzey’inde boylu boyunca bir NATO koridoru oluşturulmasını ve PYD/YPG’nin Türkiye ile değil Suriye ordusu ve onu destekleyen Rusya ve İran’la mücadele etmesini istiyor. ABD emperyalizmi Azez, Cerablus, El Bab’ı kapsayan Fırat Kalkanı ve Afrin’i hedef alan Zeytin Dalı harekatlarına tam da bu bakış açısıyla hayırhah yaklaşmıştır. Türkiye ile anlaşmazlık görüntüsü Rusya’nın icazetini sağlamakta yararlı bile olmuştur. Sonuçta ise Fırat’ın batısı NATO koridoruna katılmıştır. Şimdi ABD kendi himayesindeki bölgede NATO koridorunu oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu işin sonunda Rusya kendi eliyle ABD’nin güdümündeki çeteleri himaye eden bir NATO ordusunu Suriye’nin kuzey batısına soktuğunu anladığında iş işten geçmiş olacaktır. “Astana’nın ipini çekmenin vakti geldi” diyen James Jeffrey şu anda görev başındadır ve ABD “güvenli bölge” müzakerelerini mutlaka İdlib’de Astana sürecini baltalamak için kullanacaktır.

ABD tüm halklara olduğu gibi Kürtlere de düşmandır

Tabii bu planın tamamen başarılı olabilmesi için ABD’nin er ya da geç TSK ve PYD/YPG güçleri arasında belirli bir anlaşma zeminini oluşturabilmesi lazım. Nitekim süreç Türkiye ve PYD arasında ciddi bir diyalog boyutu da içermektedir. Son gelişmeler çerçevesinde bakıldığında PYD, anlaşmayı Türkiye’nin müdahalesinin önlenmesi açısından olumlu karşılıyor. “Güvenli bölge” tartışmasıyla ilgili olarak da toptan bir reddiye tutumu yerine “Suriyeli milislerin yerleştirilmesini” kırmızı çizgi olarak öne süren bir yaklaşım benimsiyorlar. Hatta bölgede PYD öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri’nin askeri yetkilisi Mazlum Abdi, ABD-Türkiye arasındaki görüşmelerin bir parçası olduklarını ve ABD’nin Suriye temsilcisi James Jeffrey’in çabalarını desteklediklerini belirtiyor. Mınbiç Askeri Konseyi sözcüsü Şervan Derviş de Mınbiç’teki modelin Fırat’ın doğusu için iyi bir model olabileceğini söylüyor. Elbette ki ABD ile Türkiye arasında “güvenli bölge” anlaşması açıklanırken 23 Haziran İstanbul seçimi öncesinden bu yana sessizliğini koruyan Abdullah Öcalan’dan “Kürt sorununda çözüm için hazırım” diyen yeni bir açıklama gelmesi de tesadüf değil. Abdullah Öcalan daha önce de Mayıs ayında 8 yıl sonra ilk defa avukatlarıyla görüştürüldüğünde SDG’ye “Türkiye’nin hassasiyetlerine duyarlı olma” çağrısında bulunmuştu. Öcalan’ın bu açıklaması o dönemde Türkiye ile ABD aracılığıyla temas halinde olduklarını söyleyen PYD lideri Salih Müslim ve SDG askeri yetkilisi Mazlum Kobani’nin açıklamalarıyla örtüşüyordu.

ABD’nin bu yaklaşımından ve girişimlerinden iyi huylu bir açılım çabası çıkaranlar büyük bir yanılgıya düşerler. ABD’nin Kürt sorununun çözümü gibi bir derdi hiçbir zaman olmamıştır, bugün de yoktur. Tek amacı bölgedeki Kürt silahlı güçlerini tamamen kendi güdümünde ve taşeron olarak kullanmaktır. ABD ile işbirliği içinde Rojava’da “devrim” olduğunu iddia eden ve bölgede örnek bir özyönetim deneyimi oluşturulduğu zannına kapılanları da kötü sürprizler bekliyor. DAİŞ’le savaşım dışında Kürt hareketine hiçbir bağlayıcı söz vermeyen ABD, NATO koridoru için “özyönetim” deneyimlerini tek kalemde harcamaya hazırdır. Elbette ki buna Kürt hareketinin çeşitli unsurlarından direniş olması muhtemeldir. ABD bu olasılığa çoktan hazırlanmıştır hatta Kürt hareketi içindeki çelişkileri kaşımaktadır. PKK liderlerinin başına ödül koyan ABD’nin şu an bölgedeki en etkili ve yetkili ismi olan James Jeffrey geçtiğimiz yıl “YPG ile PKK’yi savaştırabiliriz” önerisini dillendirmişti. Dolayısıyla ABD himayesinde açılım bekleyenler bir anda bir Rojava iç savaşı, hatta daha genel bir Kürt iç savaşı ile karşı karşıya kalabilirler.

NATO koridoruna hayır! Kürtlerle barış ABD’yle savaş!

Görmek isteyen gözler için ve pozisyonunu emperyalizme karşı ve halkların kardeşliğinin yanında alanlar için ortada “güvenli bölge”, “barış koridoru” ya da “açılım” yoktur. Ortada adım adım oluşturulan bir NATO koridoru söz konusudur. ABD, sadece kendi himayesine girenlere barış vaat etmekte ama onlara da kardeşlerinin kanını dökmesini şart koşmaktadır. ABD, “NATO koridoru”nu Türk halkına milliyetçi bir ambalajla pazarlarken, Kürtlere sizi koruyoruz diyerek yalan söylemektedir. Türkiye’den Suriye’ye yapılacak herhangi bir askeri operasyonun anti-emperyalist bir karakter taşımadığı, ABD’den bağımsız bile olmadığı ortada iken “barış koridoru” edebiyatı ile kardeş halklar arasında düşmanlığın ve savaşın arttırılmasına sessiz kalınamaz. Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı için yalanları boşa çıkartmanın, istibdadın ABD ile oynadığı oyunu bozmanın, NATO koridorunu engellemenin ve halkların kardeşliğini sağlamanın yolu Kürtlerle barış ABD ile savaş demekten geçiyor!