Hassasiyet

Hassasiyet

Erkek egemenliği ve istibdad yine el ele vermiş, dört bir koldan kadınları hedef alıyor. Son günlerde yaşadıklarımıza bakın. Hepsinin ortak noktası olan, bu zamana kadar olduğu gibi bugün de kadın düşmanı politika ve eylemlerin gerekçesi olarak öne sürülen laflar var: Örfi adet, gelenek, görenek en çok da ahlaki hassasiyetler! Ne oldu? Melek Mosso’nun Isparta’da vereceği konser bu gerekçe ile iptal edildi. Başka? Yıllardır kadın cinayetlerini durdurmak için mücadele eden, öldürülen kadınların faillerinden hesap sormak amacıyla davaları takip eden Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ne istibdadın mahkemeleri hiçbir somut gerekçe göstermeden ama yine aynı gerekçe ile, ahlaka aykırılıktan kapatma davası açtı. Sadece bunlar mı? Biz bu ahlaki hassasiyetleri, namus laflarını kadın cinayetlerinden de biliyoruz. Boşanmak istediği için, çalışmak istediği için, kendi hayatı ile ilgili bir karar almaya kalktığı zaman öldürülmüyor mu bu ülkede kadınlar? Kadınların sesine şarkılarına tahammül yok, mücadelesi baskı görüyor, yaşamları da tehdit altında…

Düzen siyasetinin temsilcileri iktidarlarını korumak için işçi sınıfı ve emekçi halkı bölmeye çalışır. Bugün istibdad rejiminin ihtiyaç duyduğunda kardeş kavgasını körüklemeye çalışması, Alevi’yi Sünni ile, Türk’ü Kürt ile karşı karşıya getirmeye çalışması gibi. Amaç, işçi sınıfı ve emekçi halkın en yakıcı sorunlarının asıl kaynağının sermaye düzeni olduğunu anlamasına izin vermemek, işine, aşına, hürriyetine sahip çıkarak düzenin güçleri karşısında birleşmesini engellemektir.

Aynı şey kadınlar açısından da geçerli. Yaşamlarına kast edenin erkek egemen kapitalist sistem olduğunu, kadınları şiddete karşı korunmasız bırakanın bizzat düzenin kendisi olduğunu gizlemek için “ahlaki hassasiyetler” lafını atıyorlar ortaya. Düpedüz bir katil olan bir erkek işlediği cinayete tüm toplumu işte bu ahlaki hassasiyetlerle ortak etmeye kalkıyor. İstibdad rejimi kadınların muhalefetini bastırmak ve sesini kısmak için türlü alanlarda yasaklamalara giderken, düpedüz keyfi, haksız ve hukuksuz olan uygulamalarını örf, adet, ahlaki hassasiyet kılıfına sokuyor. Küçük bir yobaz gruba şikâyet dilekçesi yazdırılıyor, o küçük grup bir anda halkın temsilcisiymiş gibi gösteriliyor ve en kaba baskı ve yasaklamalar halkın hassasiyetlerinin bir gereğiymiş gibi sunuluyor.

İktidar burada bir başka amaç daha güdüyor. Emekçi halkın ve kadınların isyanının gerekçeleri, esaslı kökleri çok derinde olmasına rağmen meseleyi bir “yaşam tarzı” tartışmasına sıkıştırmayı hedefliyorlar. Çünkü muhalefet kendisini “yaşam tarzı” ve “kimlik” temelinde ortaya koyarsa, yükselen sesleri muhafazakâr ve erkek egemen “çoğunluk” ile boğabileceklerini düşünüyorlar. Bunu daha önce defalarca yaptılar. 

Bu oyuna gelmeyelim. Hayatımızı savunmak, geleceğimizi daha yaşanılır bir hale getirmek istiyorsak da bu düzenin ve istibdadın önümüze koyduğu gündemlere değil, gerçek gündemimize sahip çıkalım. Mücadelemizi “yaşam tarzı” ve “kimlik” temelinde değil sınıf temelinde ortaya koyalım. Bunu yaptığımız zaman zaten düzen siyasetinin de, erkek egemen kapitalist sistemin de, istibdadın da tüm pisliklerini görmek ve göstermek mümkündür. Bir küçük örnek… Sendikalaştığı için işten atılan ve fabrika önünde bir alan olmadığı için sanayinin orta refüjünde direnişe geçen Adkoturk işçisi kadınlara patron sadece orta parmağını göstermekle kalmamış, “onları otobanlara attık” da demişti. İşte patronların ve patron düzeninin ahlakı! O patron, kadınlardan “biz nasıl gece yarılarına kadar erkeklerle birlikte onurumuzla çalışabiliyorsak, hakkımızı savunmak için de aynı şekilde mücadele ederiz” diye cevabını almıştı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ne ahlaka aykırılıktan dava açılmasından hiçbir farkı yok patronun bu ithamının. Her ikisi de mücadeleyi kırmak, engellemek için atılan iftiralardır.

Aynı patron fabrikada çalışan bazı işçileri, direnişin öncüsü olan işçiler hakkında şikayetçi olmak üzere savcılığa, polise götürmüştü. Biz söylemiyoruz, şikâyete götürülen işçiler mahkemede ifade verirken kendileri “ilk götürüldüğümüzde…”, “ikinci defa götürüldüğümüzde…” diye kendi ağızları ile anlattılar. Patronun ahlak karnesine bir ek daha: Yalan söylemeye, iftiraya zorlamak! O mahkeme ise, salonda sanık sandalyesinde oturan, sendikalaşmanın da direnişin de öncülüğünü yapan kadın işçiler için bir onur nişanı daha oldu. Gerçekleri direniş ve grev çadırında, Tekirdağ Valiliğinin, şirketin genel merkezinin önünde olduğu gibi mahkemede de anlattılar, yaptıklarını, haklılıklarına duydukları güvenle sonuna kadar savundular. Bizim onur, erdem, haysiyet denildiğinde aklımıza işte bu kadınlar geliyor. Onların ahlakına karşı bizim ahlakımız! Alınteri, eşitlik, ekmek, hürriyet, mücadele! Bunlar da bizim hassasiyetlerimiz. Çizgiyi buradan çizelim.

Bir tarafta yaşam tarzları çok farklı olan belki de birbirine zıt gibi görünen ama ister bir üniversitede isterse bir fabrikada, ister sanat alanında ister sendikal kavgada baskıya karşı direnme erdeminde buluşanlar… İşine, aşına, hürriyetine, yaşamına sahip çıkan, mücadele eden, mücadelesini savunan emekçi kadınlar… Diğer tarafta ise iftiracı patronlar! Melek Mosso’dan rahatsız olup yerine saray kahvaltılarının müdavimi Seda Sayan’ı ahlaki hassasiyetler açısından uygun bulanlar.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2022 tarihli 153. sayısında yayınlanmıştır.

Bu yazıyı Podcast hesaplarımızdan dinlemek isterseniz aşağıdaki resme tıklayın.

Haziran 2022 Armağan Tulun köşe Podcast