Katliamlar normalleştikçe Türkiye Suriyeleşiyor!

20 Ağustos tarihinde Gaziantep’te bir HDP üyesinin düğününe DAİŞ tarafından intihar saldırısı düzenlendi. 32’si çocuk 56 kişi hayatını kaybederken 90’ı aşkın kişi de yaralandı. Katliamın dehşeti o boyuttaydı ki insanlar o kan ve et denizinin içinden yakınlarının bir parçası bulunup kendilerine verilebilsin diye günlerce adli tıp kapısında nöbet tutmak zorunda kaldı.

Katliam, gündemimize girdiği hızla düştü gündemimizden. Üzerinden daha iki hafta bile geçmemişken gazetelerin internet sayfalarına bir arşiv malzemesi olarak hapsoldu. Tıpkı DAİŞ’in bir ay boyunca Kilis’i füzelerle vurmasında olduğu gibi… Tıpkı Atatürk Havalimanı saldırısının, Sultanahmet saldırısının unutulduğu gibi…

Son bir yıldır katliamlar hayatımızın bir parçası oldu. “Suriye’yi diktatörlerden kurtarmak” maksadıyla Suriye’de medeniyetin toptan çöküşüne yol açan bir iç savaşı kışkırtanların politikaları; savaşı, katliamları ve ölümleri ülke gündeminin de sıradan bir parçası hâline getirdi. İşin daha kötüsü ise her saldırıda biraz daha kanıksadık ölümleri. Her katliamı bir parça daha kolay unuttuk. Patlayan her bomba biraz daha sağır etti kulaklarımızı. Parçalanmış bedenlerin görüntülerinde ise AKP’den önce biz yayın yasağı koyduk gözlerimize. Vicdanlarımıza öfkeyi yasak ettik. Öfkelenenlerin, unutmayanların, normal görmeyenlerin ise sesleri bol “milli”li nutuklarla boğulurken bedenleri polis copu ve gazına muhatap oldu. Biz sustukça normalleşti ölümler, ölümler normalleştikçe de cüretkârlaştı saldırılar. Eskiden insanca yaşamaktan bahsederdik. Şimdiyse hayatta kalmak bir lüks hâline geldi bu coğrafyanın emekçileri için.

Hâlbuki sorulacak ne çok soru var. Örneğin söz konusu Kürtler olunca sayıları on binleri bulan tutuklama listeleri çıkarabilen devlet aynı enerjik mücadeleyi DAİŞ’e karşı göstermekten neden ısrarla kaçınıyor? Hem de DAİŞ’in Gaziantep’te elini kolunu sallayarak örgütlendiğini sağır sultan bile duymuş, bu bilgiler devletin soruşturma tutanaklarına bile girmişken… Ya da Suriye’ye DAİŞ’e karşı mücadele etmek için girdiğini söyleyen devlet neden operasyonun daha ikinci günü DAİŞ’i bırakıp Türkiye topraklarında herhangi bir eylem yaptığı hiçbir şekilde kanıtlanmamış olan YPG’nin peşine düşüyor? Biz her saldırıda onar onar ölürken nasıl oluyor da can güvenliğimizi bile sağlamaktan aciz hükümetin görevlileri pişkince güvenlik zafiyetinin olmamasından bahsedebiliyor?

Doğa insanlara başka canlıların da acılarını hissedebilme yetisi vermiştir. Fakat aynı doğa bu acılar dayanma eşiğimizi aştığında kendimizi dış uyaranlara kapatabilme becerisini de bahşetmiştir. Şimdi de öyle yapıyoruz. Güneşi bile utandıracak katliamlar karşısında öfkemizi gömüyor, kişisel acılarımızdan gayrısına kapatıyoruz yüreğimizi. Fakat bu hiçbir şeyin çözümü değil. Türkiye’yi Suriyeleştirenlere karşı işçi sınıfının örgütlü mücadelesini yükseltmezsek eğer, her yanından cerahat akan bu toplum bir gün çökecek. Bu yüzdendir ki işçi sınıfı mücadelesi artık sadece bir ekmek mücadelesi, sadece bir sınıf iktidarı mücadelesi değil, bir uygarlık mücadelesidir.


Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Eylül 2016 tarihli 83. sayısında yayınlanmıştır.