Geciktirilen adalet

Geciktirilen adalet

29 Ekim 2016’da KHK ile ihraç edildikten 5 yıl sonra OHAL komisyonu “pardon” dedi ve YÖK aracılığı ile göreve iade edildiğimi bildirdi. Ailem, dostlarım, yoldaşlarım ve özellikle de mücadelede birlikte olduğumuz işçiler bu habere sevindi. Pek çoğu nihayet adalet, hak yerini buldu dedi. Oysa ne adalet ne de hak yerini buldu. Adalet ve hakkaniyet bunu söyleyen dostların kalbindeydi sadece. Sonra bir haber daha geldi. Eğitim-Sen Tekirdağ Şube sekreteri iken KHK ile ihraç edilen Kazım Ünlü hocaya da komisyon “pardon” demişti. Ama onurlu eğitim emekçisi Kazım hocanın güzel kalbi bu karardan 4 yıl 2 ay önce, istibdadın örgütlü iftirasının yükünü taşıyamamıştı. Kazım hoca ve başka daha pek çoklarının mezarda iade edildiği bir ortamda “gecikme” kavramı da anlamını yitiriyor.       

Evet, geciken adalet adalet değildir. Ama burada gecikme yok, geciktirme var! OHAL komisyonu iktidarın iddia ettiği gibi KHK ile ihraçların haklı olup olmadığını araştırıp sonuca bağlamıyor. Anayasaya aykırı şekilde kurulmuş olan bu ucube komisyon, istibdad rejiminin siyasi tasfiye kararlarının daha fazla yürürlükte kalması için hak arama sürecini geciktirmek üzere icat edilmiştir. Bu anlamda komisyonun verdiği kabul ya da ret kararlarının niteliksel bir farkı yok. Mesele suçlu olanla olmayanın ayrılması falan değildir. İstibdad rejimi gerçekten “yanlışlıkla” ihraç ettiği yani siyasi hata yaptığı durumlarda (birilerinin gazına gelip kendi adamlarını listeye eklediklerini anladıklarında) doğrudan KHK çıkararak ilgili kişi ve kurumların göreve iadelerini gerçekleştirdi. OHAL komisyonunun yaptığı ise belirli bir oranı geçmeyecek (mesela yüzde 10) şekilde kabul kararları vererek “Hatalı ihraçlar istisnadır, onları da telafi ediyoruz.” mesajı vermektir.

Geciktirilen adalet bir cezalandırma biçimidir. Yargısız infaz metodudur. Hak gaspının kılıfıdır. Uygulama alanı KHK’lardan çok daha geniştir. İddianameyi yazmayı geciktirirler, insanları hapiste tutarlar. Masumiyet karinesi mi dediniz? Faili meçhul cinayet davaları uzar gider failler kaçar gider. Faili belli cinayet davaları uzar gider azmettiriciler sefalarını sürmeye devam eder. İş cinayetleri, tren kazası, deprem, sel, yangın… insanlarımız ölür, haneler yıkılır, davalar sürer sorumlular sıyrılır gider. Yaşam hakkı mı dediniz? Polis toplantı ve gösteri yürüyüşüne saldırır. 1 Mayıs’larda meydanları emekçi halka kapatır. Yıllar sonra mahkemeler seni haklı bulur. Ama işçinin, öğrencinin, köylünün, kadının eylemi fiilen engellenmiş olduğuyla kalır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı mı dediniz?

İşe iade davalarını uzatırlar, patronların iftirasıyla işinden ekmeğinden olan işçilerin hakkını yerler. Davayı kazansan bile işine dönemezsin; patron tazminat öder, gönderir. İş güvencesi mi dediniz? İşçiler sendikaya üye olur, sendika yetki için gerekli çoğunluğu alır, patronun yetkiye itiraz etmesiyle seneler süren bekleyiş başlar. İşten çıkartmalar, mobbingin her türlüsü ile öncü işçiler tasfiye edilir ve sendikalaşan işçilerin sadece yüzde 25’i toplu sözleşmeye ulaşabilir. Sendika ve toplu sözleşme hakkı mı dediniz? Grev yaparsınız yasaklanır. Sözleşme yüksek hakemde bağlanır. Yıllar sonra Anayasa Mahkemesi grev yasağı hukuka aykırı der. İşçiler yıllarca yüksek hakemin sefalet sözleşmesiyle sömürüldüğüyle kalır. Grev hakkı mı dediniz? Bu liste uzayıp gider…

Varacağımız sonuç aynıdır. Temelinde, köklerinde adeta her hücresinde adaletsizlik olan bu düzenden adalet beklemek boşunadır. Hak verilmez alınır. Adalet de öyledir. Adaleti de söküp almak gerekecektir. Beklemek boşunaysa harekete geçmek şarttır. Kazanmak için ise örgütlü olmak şarttır. Biz 12 Eylül’de doğan kuşağız. Bir kuşak olarak örgütten ve örgütlü olmaktan kaçmamız öğretildi. 12 Eylül’ün zulmü bunu haklı çıkarır mı? Cevap hayır. Çünkü dönüp baktığımızda 12 Eylül eğer bu ülkenin üzerinden silindir gibi geçtiyse işçiler, emekçiler ve gençlik örgütlendiği için değil, yeterince ve doğru şekilde örgütlenemediği içindir. Haksızlık ve adaletsizlik karşısında örgütlü olursak, kaybettiğimizi sandığımız yerde dahi kazanmaya başlamışızdır. Örgütlü isek düştüğümüz yerden dayanışmayla kalkarız, kaybettiğimiz savaşın dersini çıkarırız; yıpransak da her mücadelede yenileniriz, yoruluruz ama güçleniriz. Baskı direncimizi arttırır, direnişimiz yarıda da kalsa grevimiz kırılsa da sarsılmaz dostluklar, yoldaşlıklar kazanırız. Nihayet, yenile yenile kazanmayı öğreniriz. İş ki örgütlü olalım ve vazgeçmeyelim.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2022 tarihli 149. sayısında yayınlanmıştır. 

Yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından dinlemek için resmin üzerine tıklayın. 

Levent Dölek Şubat 2022 Podcast