İki buçukuncu ittifak

İki buçukuncu ittifak

Emekçi halka Cumhur ve Millet İttifakı arasında bir kutuplaşmayı dayatan düzen siyasetinin karşısına sınıfsal kutuplaşmayı geçirmek bugünün en yakıcı görevi. Buna yüzde 50-50 bölünmeye karşı sömürücü yüzde 1’in karşısında emekçi ve ezilen yüzde 99’un birleşmesi için mücadele etmek de diyebiliriz. Bunu sağlamanın düzen siyasetinin matematiği içinde mümkün olmadığını, siyasetin kimyasını değiştirmek gerektiğini yani düzen siyasetinin yerine sınıf siyasetini geçirmek olduğunu hep söylüyoruz. Dolayısıyla siyasette Cumhur ve Millet İttifakları dışında bir üçüncü ittifaktan bahsedildiğinde, bu tartışma yaygınlaştığında bundan elbette ki memnuniyet duyuyoruz. Ancak tartışmanın yaygınlaşması ne kadar iyiyse “üçüncü ittifak” kavramının hızla sulandırılmakta oluşu da bir o kadar kaygı verici. Tartışmak gerekiyor.

Son dönemde “üçüncü ittifak” kavramını Demirtaş’tan sonra Türkiye İşçi Partisi de ortaya attı. Önce bir tutum belgesi açıkladılar. Daha sonra başta Erkan Baş olmak üzere çeşitli TİP temsilcilerinin açıklamalarını dinledik okuduk. “Üçüncü ittifak” adıyla ortaya koydukları perspektif az çok belli. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk turdan Millet İttifakı adayına destek. Milletvekili seçimleri için HDP ile birlikte ayrı bir ittifakla seçimlere katılmak ve mecliste bir sosyalist grup oluşturmayı hedeflemek. “Kurtuluş ve kuruluş” süreçleri ile ilgili sarf edilen bir dizi söz var. Gelenek olarak aşamalı devrim aleyhinde epeyce talimli olan bu yapı için aşama içinde aşamalar öngören muazzam açılımlar söz konusu. Mesela kurtuluş aşaması içinde Erdoğan’ın başkanlığı kaybetmesi (eksik bir kurtuluş) ile rejimin parlamenter sisteme dönüşü (daha gerçek kurtuluş) arasında ayrı aşamalar var. Buralarda üzerinde somut olarak tartışılacak tutarlı bir hat henüz yok. O yüzden bu aşamada seçimler başlığındaki taktikleri tartışmak daha doğru.

TİP’in cumhurbaşkanlığında açıkça Millet İttifakı’nın yani ikinci ittifakın adayına peşinen oy çağırırken “üçüncü ittifak” iddiasında olması çelişkili. Bu çelişkiyi aşmak için aslında biz bu seçimi bir referandum olarak görüyoruz, adaya değil saray rejimine karşı kim varsa ona oy vereceğiz diyorlar. Ama bu aday Ekmeleddin gibi olmasın da istiyorlar. Peki nasıl olsun? Erkan Baş’ın soyut tariflerini “solcuların midesinin kaldırabileceği kadar sağcı bir aday” olarak somutlayabiliriz. Zira Erkan Baş, siyasal İslamcı ve müteahhit bir işçi düşmanı patron ve CHP’li bir sağcı olan Ekrem İmamoğlu için iki turda da oy vermek için hiçbir koşul öne sürmedik diyor. Bunun, sınıf siyasetinin tamamen dışlandığı bir yaklaşım tarzı olduğu ortada.

Ancak çelişki sadece burada değil. TİP’in cumhurbaşkanlığı seçimine “referandum niyetine” yaklaşması da gerçeklerle örtüşmüyor. Zira parlamenter sistem yanlısı bir başkan seçtirmenin rejim değişikliği için yetmeyeceği ortada. Bunun için mecliste Anayasal çoğunluk lazım. Bu çoğunluğu sağlamak için de Millet İttifakı’nın müstakbel sosyalist grupla ya da HDP’yle değil AKP’yle anlaşması gerekeceği açık. Buradan hesaplaşmaya değil helalleşmeye gidilir!

Referandum iki seçeneklidir. Evet ya da hayır! Millet İttifakı’nın adayı seçildiğinde TİP’in deyimiyle saray rejimine hayır sonucu çıkmış olmuyor. Tam da TİP’in öyle yapmamalıyız dediği şey yapılıyor, Erdoğan’ın yerine saraya başkası gönderilmiş oluyor. Bu adayın aldığı yetkilerle parlamenter sisteme dönüş için ne yapacağı meçhul! Ancak hiç de meçhul olmayan apaçık bir şey var. O da bugünün en yakıcı ve sınıfsal meselesi olan ekonomiyle ilgili. Millet İttifakı bu konuda şimdiden Derviş-Babacan ekolünü benimsemiş durumda. Burada meçhul ya da muğlak bir şey yok. Faiz arttırılacak, yerli-yabancı tefecilere borçlar tıkır tıkır ödenecek, kemer sıkılacak, işsizlikle yoksullukla fatura yine işçiye ödetilecek.

Bu o kadar net, o kadar kesin ki bundan şüphe duymak mümkün olamaz. 2018’de Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildiğinde tüm Millet İttifakı hep bir ağızdan ittifakla 2023’e kadar seçim istemeyeceğiz, öncelik ekonomi demedi mi? Yani sen kemer sık, kıdem tazminatı gaspı dahil yapısal reformları hayata geçir biz üstüne gelmeyeceğiz diye Erdoğan’a açık çek vermedi mi? Şimdi klasik kemer sıkma programı yerine seçim ekonomisi uyguladığı için Millet İttifakı Erdoğan’a yüklenmiyor mu? Bu gerçeği görmemek kabul edilemez. Görüp de halktan gizlemek, hedef saptırmak ise asla sosyalistlere yakıştıramayacağımız bir şey olur. Sosyalistler ekonomide işçinin devrimci çözümünü bugün savunmayacak da ne zaman savunacak? 

Hal böyle iken Millet İttifakı’nın adayına peşinen destek olma politikasına üçüncü ittifak demek mümkün olamaz. Bu olsa olsa iki buçukuncu ittifak olur. O buçuk da meclis seçimlerine ayrı adaylarla girmekten… Ama orada da tutarsızlık var. Çünkü mevcut rejim zaten meclisi zincire vurmadı mı? Milletvekilleri yetkisiz, denetim gücünden yoksun figüranlara dönüştürülmedi mi? Tek yetkili mevki için oylar burjuva adaya deyip sosyalistlere zincirli mecliste figüranlık için oy istemenin “buçuk” kadar bile değeri olur mu tartışılacaktır. Yasaksız, barajsız, egemen, zincirsiz bir Kurucu Meclis’i bugün değil ne zaman savunacak sosyalistler?  Her halükârda tarif edilen ittifak bu haliyle iki buçuktan üçe yuvarlanamaz. Korkarım ki sınıfsal bir eksene oturmadığı müddetçe sonunda ikinci ittifakın yedeği konumuna düşecektir. Umarım ki asgari ücret, vergi adaletsizliği gibi acil mücadele başlıkları, MESS sözleşmesi gibi yakın sınıfsal muharebe alanları sosyalistleri düzen siyasetinin anaforlarından biraz olsun kurtararak sınıf siyasetinde buluşturmaya vesile olur. 

Bu yazı Gerçek gazetesinin  Aralık 2021 tarihli 147. sayısında yayınlanmıştır. 

 

Bu yazıyı sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resme tıklayın. 

İki buçukuncu ittifak Levent Dölek