Salgınlar izlemekle önlenmez, gerekli tedbirler alınarak önlenir!

Ağustos sonu – Eylül başından itibaren Türkiye soğuk algınlığı-grip benzeri salgına teslim olmuş durumda. İş yerleri, işçi ve okul servisleri, toplu taşımalar burnu akan, öksüren, hapşıranlarla doldu. Yalnızca bununla kalsa iyi. Ateş, eklem ağrıları, halsizlik, ishal, nefes darlığı gibi daha ciddi belirtiler gösterenler de var. Yaşınız ileriyse, kronik hastalıklarınız varsa çok daha ağır geçiriyorsunuz bu hastalıkları. Hastaneye hatta yoğun bakıma yatmanız bile gerekebiliyor. Sağlık Bakanlığı yalnızca durumu izlemekle yetiniyor. Oysa Bakanlığın yapması gereken salgını durdurmak için tedbirler almak.
Sonbaharla beraber soğukların gelmesiyle soğuk algınlığı yapan virüslerin salgın yapması beklenebilir ama mevcut salgın beklenenden daha ağır geçiyor. Grip mevsimi ise daha yeni geldi, geliyor. Bu ağır geçen salgının esas sorumlusu COVID-19’un yeni varyantı. Neyse ki pandeminin başlarında olduğu gibi hasta ediciliği ve öldürücülüğü yüksek değil. Ama yaşlılarda, kronik hastalığı olanlarda hastalık ağır seyretme potansiyeline sahip. İlle de ölmek gerekmiyor ya, hastalık ev hayatını ve sosyal hayatı olumsuz etkiliyor, işinizden, gücünüzden ediyor sizi belli bir süre.
Ayrıca işçi ve emekçiler ücret kesintisine uğrama, mesai ücretlerini alamama, rapor almayı bir hak değil de bir suç olarak gören patronların mobbingine maruz kalma ve en kötüsü işten çıkarılma korkusuyla işkenceye dönüşen mesailerde hasta hasta çalışmak zorunda kalıyor. Bu zorunluluk hissi ile hasta hasta işe gitmek, hastalığı ve işkenceyi tüm işyerindeki işçilere yayıyor. Virüsler sınıf ayrımı gözetmiyor ama kapitalist sistem salgında bile sınıfsal ayrımcılık yaratıyor.
Salgına mahkûm değiliz!
Diyeceksiniz ki, ne olmuş sonuçta her yıl olan bir salgına, pek de öldürücü olmayan COVID-19 virüsü eklenmiş. Kazın ayağı pek öyle değil. Aslında bu hastalıklar dünya çapında da Türkiye’de de salgın yapmayabilir. Sağlık Bakanlığı’nın tutumu “salgına mahkûmuz” şeklinde olsa da gerçeklik farklı.
COVID-19 pandemisi zamanında (2020-2021), sonbahar-kış mevsiminde mevsimsel salgın yapan virüsler salgın yapamamıştı. Bunun sebebi, bu virüslerin ortadan kalkması değildi. O zamanlar maske kullanımına şimdiye kıyasla o kadar fazla dikkat ediyorduk ki COVID-19’dan korunurken (başka nedenlerle yayılması devam etse de hızını azaltıyordu), bu virüslerin salgınlarından da korunmuştu dünya. Elbette sıfırlanmadı ama her yıl gripten yüz binlerce insanı kaybederken o yıl en azından grip vb. mevsimsel hastalıktan ölen sayısı çok azalmıştı. Buradan çıkan ilk sonuç şu olmalı: demek ki maske kullanımı, salgının hızını kesebiliyor.
COVID-19’un aşısı var ama Türkiye’de yok!
Dünya çapında COVID-19 virüsünün yeni varyantının salgını var. Buna şimdi grip virüsü de eklenecek. Bu virüslere karşı maskeden başka silahımız da var: o da aşılar. COVID-19 aşılarının pandemi dönemi boyunca on milyondan fazla insanın ölmesini önlediği hesaplanıyor. Aşılar rüştünü ispat etmek için daha ne yapsın? Ama buna rağmen yeni varyant için geliştirilmiş aşılar Türkiye’de yok. Olmamasının nedeni ülkeye yeteri kadar ithal edilmemesi. Neden ithal edilmiyor? Çünkü virüslerin öldürücülüğü nispeten düşük olduğu için aşıların ithalatına para ayırmak istemiyor hükümet. Yoksa satan ölmüş değil.
Türkiye’de kronik hastalığı olan, 65 yaşın üstünde vatandaşlara grip aşısı ücretsiz yapılıyor. Ama gerçek hayatta iş böyle olmuyor. Çünkü yeteri kadar aşı sipariş edilmediğinden aşıya yeteri kadar ulaşılamıyor. Bunun yanında mesleki olarak risk altında olan gruplar (ör. sağlıkçılar) için de benzer sorunlar mevcut. COVID-19 aşısı içinse durum ondan da beter. COVID-19 aşısı ülkede en son bulunduğu yıllarda doğan bebek, şu an kreş yaşına geldi. Bugün için ne piyasada ne kamunun elinde COVID-19 aşısı var. Aşı dünyada olmasına rağmen ithalatı olmadığı için Türkiye’de yok.
Maskeyi taktırmak da aşıyı yaptırmak da Bakanlığın sorumluluğu
Denebilir ki maske olsa da takan yok, aşı olsa da vurulan yok. Oysa halkın genelinin maske takmak, aşı vurulmak istemediği iddiası yanıltıcı. Çünkü bu tedbirlerin önemini anlatmak, bunlara ikna etmek Sağlık Bakanlığı’nın görevi. Siz Sağlık Bakanını ya da herhangi bir devlet yetkilisini maske takmaya, aşı vurulmaya özendirici bir davranışta bulunduğunu gördünüz mü? Bu gibi özendiricilerin işlendiğini medyada izlediniz mi?
Sağlık Bakanlığı, salgını doğal bir olay gibi göstermek istediği için önlem almayıp yalnızca hastane servis ve yoğun bakım yataklarını tahkim etmeye odaklanmış durumda. COVID-19 pandemisinde de aynı davranışı göstermişti. Sağlık Bakanlığı’nın ve hükümetin salgını izlemeyi bırakıp salgını önlemek ve durdurmak için bir an evvel gerekli tedbirleri alması gerekmektedir. Maske takmak ve aşı olmak teşvik edilmeli; maskeler işçilere ve emekçi halka ücretsiz dağıtılmalı; gerekli aşılar yeterli sayıda tedarik edilmeli ve ücretsiz olarak yapılmalıdır. Maske bulaşı azaltır ancak unutmayalım ki salgını önlemenin en önemli yolu aşılardır.
İşçi ve emekçiler sağlık hakkını örgütlü şekilde savunmalı
Nihayet hasta olan işçinin çalışmayıp dinlenmesinin sadece bir bireysel hak olmadığını ve halkın sağlığını ilgilendirdiğini unutmamalıyız. Bu konuda pandeminin en kötü zamanlarında dahi işçi sınıfını ölümüne çalışmaya sevk eden iktidar yine işçi haklarını ve halk sağlığını hiçe sayıyor. Oysa işçinin ve halkın sağlığını esas alan bir yaklaşım işçinin emekçinin değil salgının yayılmasını önleyecek koşulları sağlamayan patronların üzerine gider, işçiyi değil patronları caydıracak önlemler alırdı. Dolayısıyla işçiler ve emekçiler için çözüm yine örgütlü olmaktan ve sağlık hakkını patronlara karşı bireysel değil toplu olarak savunmaktan geçiyor.