Petrol açılımı Suriye’de batağa giriyor: Bedelini Türk-Kürt-Arap emekçi ve yoksul halkları ödeyecek!

Petrol açılımı Suriye’de batağa giriyor: Bedelini Türk-Kürt-Arap emekçi ve yoksul halkları ödeyecek!

İktidarın “terörsüz Türkiye” adını taktığı özünde bir “petrol açılımı” olan süreç, bıçak sırtında ilerliyor. Silah bırakma, barış, çözüm vb. kavramlarla makyajlanan “petrol açılımı” bir anda sömürgeci burjuvazinin yayılmacı çıkarlarının silahla hayata geçirilmek istendiği yeni bir çatışma sürecine dönüşebilir. Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi’nin Haziran ayında yayımladığı “Açılımın gerçek yüzü ve sınıfsal karakteri: Neye karşıyız? Neden karşıyız?” başlıklı bildirisi, bu olası gelişme rotasını erkenden tespit etmişti: “İlk başta öyle bir hava yaratılmıştır ki önceki açılım süreçlerinden farklı olarak sanki her şey ayarlanmış, rayına oturtulmuş, tarafların kendi içinden bir direnç görülmez ya da dışarıdan bir müdahale olmaz ise sürecin tamamlanması adeta garanti altına alınmıştır. Oysa kısa sürede durumun pek de böyle olmadığı ortaya çıkmaktadır… Zaten pamuk ipliğine bağlı süreç sekteye uğrayacaksa, bozulacaksa, bitecekse bu, sömürgeci burjuvazinin, emperyalizmin ve işbirlikçi sınıfların/katmanların çıkar çatışmaları/rekabetleri temelinde olacaktır.”

“Kılıç kınından çıkarsa” mı? Ne zaman kılıçlar kınına girdi ki?

Mecliste oluşturulan “Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” MHP ve AKP’nin çizdiği senaryo doğrultusunda her partiden seçilmiş figüranlarla çözüm tiyatrosunu oynayadursun sömürgeci burjuvazinin petrol kavgasının ana enstrümanı, çelik ve barut olmaya devam ediyor. Bir dönem Devlet Bahçeli PKK’ye Malazgirt’te kongre toplama çağrısı yapmıştı; şimdi Erdoğan Malazgirt Millî Park Alanı’nda “kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz” diyerek aba altından sopa gösteriyor. Kılıçlar ne zaman kınına girdi ki? PKK militanlarının Süleymaniye’de silahlarını olimpiyat meşalesi misali yaktığı gösteri de meclisteki komisyon gibi bir tiyatrodan ibaretti. Üçüncü Dünya Savaşı’ndan bahsedilirken, Batı Asya (Ortadoğu) savaşın ateşiyle cayır cayır yanarken elinde silah olan herhangi bir oluşumun bunları bırakacağını düşünmek de herhangi bir devletin elinde silah tutan bir güçle derdini komisyonlar kurarak çözeceğini düşünmek de ya düpedüz saflıktır ya da bilinçli bir manipülasyondur.

Devlet Bahçeli’nin Öcalan’ı mecliste konuşmaya çağıran çıkışı ne kadar cüretkâr gözükse de ne o ne de partisi MHP herhangi bir aşamada bu açılımın bir müzakere süreci olduğunu söyledi. Yarı askerî rejimin bu sürece mesafeli yaklaşan kanadı, bu şekilde ikna ya da razı edilecekti. Öcalan herhangi bir şart ve koşul öne sürmeksizin PKK’ye silah bırakma ve fesih çağrısı yaparken de aslında farklı bir şey söylemiyordu. Kürt hareketinin elinde silah olmayan kanatları sürece hızlı şekilde angaje oldu. Kuzey Irak’ta TSK’nın sınır dışı operasyonları ile askerî bir denge oluştuğu için PKK bu adla yaptığı faaliyetleri durdurduğunu açıkladı ve silah bırakma doğrultusunda sembolik de olsa bir adım atıldı. Ama hareketin Suriye’de ABD’nin yoğun desteğiyle tepeden tırnağa silahlandırılmış kanadının (PYD/YPG) mevcut konumunu ve kazanımlarını sözlerle bırakacağı tabii ki beklenemezdi.

Barış süreci yok! Amerikan ve İngiliz emperyalizminin gölgesinde silahlı güç mücadelesi var!

Yarı askerî rejim içinde Bahçeli’nin temsil ettiği kanat, bu konuda kırmızı çizgiler ilan etmenin çatışmaya yol açacağını bilerek çok daha yumuşak bir pozisyon belirledi. Bahçeli’nin, PKK’nin Kuzey Irak’ta silah bırakırken, silahların ve silahlı militanların Suriye’de Rojava bölgesine geçmesini kabul edilebilir gören açıklamalar yapması bundandı. PYD’nin, petrol açılımının emperyalist finansörleri ABD ve İngiltere’nin telkinleriyle sürece dahil olmaya razı edileceğini umdular. Bunun yol haritasını PYD ve HTŞ arasında bir ittifak oluşturarak sağlamaya çalıştılar. PYD’nin siyasi kazanımlarını, Kürt burjuvazisinin ekonomik kazanımlarının istikrarı namına terk etmesi ve petrol açılımına angaje edilmesi için PYD/HTŞ ittifakına alternatif olan tüm seçeneklerin caydırılması gerekiyordu. Bu caydırıcılık HTŞ’nin Suriye’deki askerî gücüne ve Türkiye’nin herhangi bir durumda HTŞ’ye fiilî askerî destek sunmak üzere Suriye’ye girme icazetini ABD’den almasına bağlıydı. Bu yüzden Türkiye’deki iktidar Suriye’de ABD’ye karşı bir tutum takınmayı hayal dahi edemiyor. Trump geldiğinden beri o yüzden pek heyecanlılar. Sömürgeci burjuvalar, Amerikan emlakçısı Trump, Erdoğan’a dostum diye hitap edip, sırtını sıvazladığı için onun icazetiyle Suriye’ye istedikleri gibi girebileceklerini ve arsa pazarlığından kârlı çıkacaklarını düşündüler.

HTŞ’nin Mart ayında Suriye’nin sahil bölgesinde Alevi katliamına girişmesi, bu katliamın Batı emperyalizmi tarafından himaye edilmesi açık bir mesajdı. Amerikan ve İngiliz emperyalizmi böylece PYD başta olmak üzere Suriye’deki tüm odaklara, Suriye’nin siyasal yapılanmasında ana muhatabın HTŞ olacağı mesajını vermekteydi. Türkiye sömürgeci burjuvazisi Alevi katliamını “rejim artıkları temizleniyor” diye selamladı. Çünkü bu kanlı diplomasi ile Suriye’deki vekillerinin konumunun sağlamlaştığını düşünüyorlardı.  PYD adına Mazlum Abdi’nin, HTŞ adına da Ahmet Eş-Şeraa’nın imzacısı olduğu anlaşma ile bu durum tescillendi. Türkiye bu durumu Suriye’de kendi nüfuzunu hâkim kılmak için kullanmaya yönelince İsrail’le rekabet kızıştı. HTŞ, Süveyde’de Dürzîlere yönelik bir etnik temizliğe girişip mevcut durumu tescillemeye çalışsa da İsrail’in müdahalesini aşamadı ve askerî olarak yenildi. HTŞ’nin ve onun aracılığıyla Suriye’de nüfuz elde etmek isteyen Türkiye’nin bu iddiasını askerî güçle destekleyemediği koşullarda doğal olarak kartlar yeniden dağıtılacaktı.

Şimdi HTŞ’nin, PYD’nin silahlı güçleriyle birlikte merkezî hükümete tam entegrasyonunu istediği, PYD’nin ise askerî ve siyasi özerklikten vazgeçmediği, her iki tarafın da bu tutumlarını bir kırmızı çizgi olarak ilan ettiği koşullarda bu kördüğümün çözülmesinin kılıçtan başka yolu yoktur. Bu aşamada Suriye’de siyasi yapının üniter mi yoksa federal mi olacağına yönelik projelerden hangisinin daha doğru olduğunun değil bu projelerin sahiplerinden hangisinin silahlı güçlerinin üstün geleceğinin önemi vardır. Suriye’deki silahlı güç dengesinin hangi yana ağır basacağında ne yazık ki ABD’nin tutumu belirleyicidir. Bu yüzden de Türkiye’nin sömürgeci burjuvazisi ABD’nin gözünün içine bakmaktadır. ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye özel temsilcisi Thomas Barrack üniter yapı lehine konuştuğunda Ankara’da bayram havası eserken, son açıklamalarında olduğu gibi PYD’yi Amerikan müttefiki ilan edip federasyona kapı araladığında Ankara’nın koridorları matem havasına bürünmektedir.

Türk ve Kürt halkları asla İsrail’e güvenme! Alnına Siyonizmle işbirliği lekesini sürme!

Petrol açılımına angaje olması beklenen Kürt hareketinde ise, Öcalan’ın söylemlerinde de vurgulanan, Yavuz Sultan Selimlerin, Selahaddin Eyyubilerin adları anılarak kutsanan mezhepçi bir Türk-Kürt ittifakı rüzgârı hız keserken yüzler daha fazla İsrail’e dönmektedir. Thomas Barrack Ankara’yı üzen açıklamalar yaptığında Rojava’da İsrail’e yüzünü dönenler “doğru yoldayız” havasına girmektedir. İsrail’in Dürzîlere kalkan olması Kürtleri yanıltmamalı. Siyonizm hiçbir halka asla bir koruma kalkanı sunmaz, Dürzî halkını da kendi çıkarları için kullanmaktadır. Suriye’nin güneyinde Dürzî bölgesi Süveyde’yi kendi himayesi altına almaya çalışırken kuzeydeki Dürzîleri tekfirci-mezhepçi çetelerin insafına terk etmektedir. İsrail, HTŞ’nin yeni bir etnik temizlik hareketini engellemek bir yana bunu Süveyde’yi daha fazla kendine bağlamak için fırsat olarak görecektir. Kürtler bundan ders almalı ve asla Siyonist İsrail’e güvenip, bu katliam ve soykırım çetesiyle işbirliği yapma lekesini kendi alınlarına sürmemelidir.

Türk işçi ve emekçileri de mevcut iktidarın İsrail karşıtı hamasetine asla kanmamalıdır. Hakan Fidan’ın atıp tutmalarının altı boştur. Suriye’de ve Batı Asya’da ABD ve İngiliz emperyalizminin himayesinde nüfuz mücadelesine girişen ve petrol peşinde koşanlar İsrail’le asla somut olarak karşı karşıya gelmeyecektir. Ciddi olan, ticareti keser. Ciddi olan, İsrail’e kalkan olan Kürecik üssünü kapatır. Ciddi olan, İsrail’i askerî olarak donatan emperyalist silah şirketleriyle ortaklık kurmaz. Türkiye’deki iktidar İsrail’in düşmanı değil en fazla rakibidir. İsrail’e karşı rekabette tek dayanağı ise ABD ve İngiliz emperyalizmine İsrail’den daha fazla hizmet ederek onun takdirini kazanmaktan ve bu şekilde pastadan daha fazla pay almayı ummaktan ibarettir. Böyle olduğu için de Türkiye’deki iktidarın İsrail’le rekabeti arttıkça İsrail’in stratejik çıkarları daha fazla garanti altına alınmaktadır. Çünkü Tayyip Erdoğanlar, Hakan Fidanlar, Yaşar Gülerler, Devlet Bahçeliler bunların hepsi ABD’nin rızasını kazanmanın yolunun soykırımcı İsrail’in güvenliğini (daha doğru bir ifadeyle Filistin’i işgal altında tutma ve halkları güven içinde katletme serbestliği) sağlamak olduğunu bilmektedir.

İşte bu koşullarda yani tüm güçlerin tepeden tırnağa silahlı olduğu koşullarda tüm siyasi düğümler kılıçla kesilmeye mahkûmdur. Türkiye’deki yarı askerî rejimin de başka bir planı yoktur. Kürt sorununun Ankara’da mecliste kurulan komisyonlarda diyalogla çözülmeye çalışıldığı değil, askerî güç dengesini kendi lehine değiştirmek isteyen herkesin ABD’nin kapısında sıraya girdiği bir süreç yaşıyoruz. Türkiye’deki yarı askerî rejim ABD kendileriyle Kürtler arasında kaldığında eninde sonunda kendilerini destekleyeceğine inanmaktadır. Çünkü hep böyle olmuştur. PYD sadece Suriye’nin doğusunda ABD çıkarlarını muhafaza ederken, Türkiye’nin sömürgeci burjuvazisi, İncirlik, Kürecik gibi üslerle, NATO’ya bağlı kara, hava, deniz güçleriyle, ev sahipliği yaptığı Amerikan atom bombalarıyla, ABD’ye Batı Asya’nın tamamında taşeronluk hizmeti verecek bir kapasiteye sahiptir. Diğer tarafta mesele Türkiye ve İsrail arasındaki rekabet olduğunda ise ABD’nin son tahlildeki tercihi her zaman İsrail olacaktır. Çünkü İsrail ABD’nin Batı Asya’daki müttefiki olmanın çok ötesindedir. İsrail Batı Asya’daki ABD’dir! Irkçı ve soykırımcı Siyonist proje Batı Asya’daki emperyalist hâkimiyetin temel direğidir.

Yalanla çözüm üretilmez! Emperyalizmin himayesinde onurlu barış inşa edilmez! Çatışma ve savaşın sorumlusu gerçeği söyleyenler değildir!

Açılım tiyatrosu daha ne kadar sürecektir bilinmez. Bu açılım tiyatrosu olur da yarın yerini kanlı bir hesaplaşmaya bırakırsa bunun müsebbibi, tiyatroda figüran olmayı reddettiğimiz ve gerçekleri söylediğimiz için biz olmayacağız. Bu yüzden gerçeği söylemeye ve karşı çıkmaya devam edeceğiz. Şu bilinsin ki sonuçta sorunlarına ABD’nin himayesinde çözüm arayan, siyasi amaçlarını Amerikan emperyalizminin icazetine bağlayan herkes kaybetmeye mahkûmdur. Hele ki ABD himayesinde bir barış beklentisi sadece bir hayal değil aynı zamanda kanlı bir maceradır. Türkler ve Kürtler birbirinin doğal düşmanı diyen Trump mı getirecek barışı? Açılım masası dağılır, komisyon tiyatrosu perde kapatırsa Türk ve Kürt halklarının boğazlaşmasını “zaten Türkler ve Kürtler yüzlerce yıldır savaşıyor” diyen Trump mı önleyecek? Uyanın uykudan! Dahası var. ABD’nin himayesinde Türk-Kürt ittifakı için yola çıkan kendini İran’la savaşın içinde bulur! ABD’nin himayesinde İran’la savaş demek “12 gün savaşı”nda olduğu gibi soykırımcı İsrail’le aynı safta olma zilletini getirir! Barışın da çözümün de yolu Türk-Kürt-Arap-İran halklarının ABD’nin ve İsrail’in karşısında birleşmesinden ve emperyalist/Siyonist şer eksenini yenilgiye uğratmaktan geçer. Bunun için ihtiyaç duyduğumuz güç her milletten memleketten emekçi ve yoksul halklardadır. Türk ve Kürt emekçileri emperyalistlerden, sömürgecilerden, işbirlikçilerden medet ummayı bırakın, kardeşinizin elini tutun ve asla bırakmayın!