Emperyalizmin ve istibdadın eliyle Erzincan’da işçi ve çevre katliamı

Anagold

Erzincan’ın İliç ilçesindeki altın madeninde meydana gelen toprak kayması dokuz işçinin toprak altında kalmasına ve madende çok zehirli olan Siyanür maddesinin kullanılması devasa bir çevre felaketi riskine sebep oldu. Yaşanan bir kaza ya da felaket değil katliamdır. Madende faaliyet yürüten Anagold şirketinin yüzde 80 hisseye sahip büyük ortağı SSR Mining isimli Kanadalı madencilik tekeli. Yüzde 20 hisseli küçük ortak ise istibdad rejiminin oligark sermaye gruplarından Çalık Holding bünyesinde yer alan Lidya Madencilik. Rejimin oligarklarının hissesi küçük ama rolü çok büyük. Çalık’ın istibdad rejiminin ayrıcalıklı şirketlerinden olması sadece 7,2 milyon dolarlık vergi borcunun silinmesini sağlamamış aynı zamanda bu şirketin, işçilerin canını, halkın sağlığını ve çevreyi hiçe sayan her türlü yasa dışı işlemine de dokunulmazlık sağlamış.

Önlenebilirdi ama önlenmedi! İstibdad için şirketlerin kârları işçinin ve köylünün canından daha önemli!

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türkiye Barolar Birliği (TBB) gibi meslek kuruluşları bu şirkete karşı defalarca yargıya gitmiş. 2022 yılında güvenlik için gerekli tedbirlerin alınmadığına dair bilirkişi raporları mahkemeye ulaşmış. Herhangi bir yaptırım uygulanmamış. Maden sahasının genişlemesine yönelik projelere Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna gerek yoktur kararları verilmiş. ÇED olumlu raporları da var. Ancak bu raporu düzenleyen SRK Danışmanlık şirketinin yönetim kurulu üyesinin aynı zamanda Anagold firmasının da yöneticisi olduğunu öğreniyoruz. Tabii ki dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı olan Murat Kurum bu danışıklı raporları hiç sorgulamadan ilgili yerlere yönlendiriyor ve katliama giden yolun taşları döşeniyor.

İliç ilçesindeki işçi ve çevre katliamının ardından istibdadın üst düzey siyasi figürlerinden, eski başbakan Binali Yıldırım’ın da bu madeni protesto eden halkı suçlayan, şirketi koruyup kollayan açıklamaları basına yansıdı. Binali Yıldırım protestocuları suçlarken bir itirafta da bulunuyor: “Dünyada altın madeni sadece orada yapılmıyor. Teknoloji bunların emniyet tedbirlerini almak için yeterli.” Yani bu işçi ve çevre katliamının önlenmesi mümkündü ama yapılmadı. Çünkü Kanadalı tekel ve yerli ortağı vahşice kâra ve kana susamış biçimde bu madeni çalıştırdı. Kâra ve kana susamış tekellerden insan canına ve çevreye kıymet vermesi beklenemez. Ancak esas büyük suç gerekli önlemleri almadığı bilindiği ve yargıya bu durum taşındığı halde devletin şirketten yana tutum almasıdır. Göz göre göre gelen katliama göz yummasıdır.

Bu sebeple katliamın hemen ardından iktidarın, şirketi korumak üzere, her şeyin yolunda olduğu, zehirli siyanürün akarsulara ve yer altı sularına karışmadığına dair telaşlı açıklamaları çok tanıdıktır. Aynı iktidar suçluların yargılanması ve cezalandırılmasından çok bu katliamın üzerine gidenleri yıldırmaya çalışıyor ve buna devam edecek. İşte keyfi ve baskıcı yönetim olan istibdad rejimi budur. İstibdada karşı hürriyet mücadelesi bir hayat memat meselesi olarak karşımızdadır.

Hesap sormak için örgütlü mücadele

“Yerli ve millî” lafını ağzından düşürmeyen istibdad rejiminin yaşadığımız toprakları uluslararası tekellere peşkeş çektiği, tekellerin ve ortaklarının kârlarını bu milletin işçisinin ve köylüsünün canından önde tuttuğu bir vahşi, sömürgeci madencilik düzeni hüküm sürmektedir. Altın madenciliği ve diğer madencilik faaliyetlerinin bu vahşi düzen içinde özel şirketler eliyle yapılması işçi ve çevre katliamının arkasındaki temel nedendir. Bu düzeni kuran ve kollayanlardan çözüm ve adalet beklenemez. Sorumluların bulunması ve gerçeğin açığa çıkartılması meslek örgütleri ve sendikaların yer aldığı bağımsız bir soruşturma komisyonu tarafından sağlanmalıdır. Katliamın sorumlularının cezalandırılması için işçi sınıfımız örgütlü biçimde mücadele etmelidir. Bu örgütlü mücadele gerçek çözümü de ortaya koymalıdır. Çözüm tüm madenlerin işçi denetiminde kamulaştırılarak millîleştirilmesinden geçmektedir.