Sağlık hizmetleri afete göre yapılandırılmalı

Sağlık hizmetleri afete göre yapılandırılmalı

6 Şubat günü toplam 10 şehrimizi etkileyen, aynı gün içinde ardı ardına meydana gelen iki deprem sonrası resmî rakamlara göre 46 bine yakın insanımızı kaybettik. Yine resmî rakamlara göre 448 sağlık emekçisi hayatını kaybetti. Bu kadar fazla can kaybının yaşanmasının nedeni binaların çürük yapılmış olması. Hastanelerin de içinde bulunduğu kamu binalarının yıkılmış olması, yolların ve havaalanlarının hasar görmesi ise can kaybını arttıran önemli bir etken oldu.

Depremde bazı şehirlerin yarısından fazlası yıkıldı. Bu derece ağır bir yıkımla başa çıkabilmek elbette mümkün değil. Böyle bir tablo ile karşılaşmamak için yapılması gereken başlıca iş, depremle karşılaşmadan önce depreme dayanıklı binalar yapmak. Hastane gibi kamu binaları, havaalanı ve şehre ulaşım sağlayan kara yollarının ise daha dayanıklı yapılması lazım. Ancak, bu binaların yıkımın ağır olduğu yerlerde ayakta kalamadığını gördük. Oysa 99 depremi sonrası çıkarılan bir dizi yönetmelikle kamu binalarının (özellikle hastanelerin) çok daha sağlam yapılması öngörülmüştü. Keza karayolu ve havaalanları için de benzer yaklaşım mevcuttu.

Bu depremde Hatay, kötü şekilde bunu tecrübe etti. Şehirdeki binaların yarısından fazlası oturulamaz hale geldi. Merkez ilçe Antakya’daki ve Samandağ ilçesindeki hastaneler ya yıkıldı ya ağır hasar aldı, şehirlerarası yollar ciddi hasar gördü, havaalanı kullanılamaz hâle geldi, İskenderun limanında çıkan yangın nedeniyle deniz yolu da uzun süre kullanılamadı. Şehrin dünya ile bağlantısı kesildi. Günlerce arama-kurtarma faaliyeti başlayamadı, yaralılara yeterli müdahale etme veya sevk etme olanağı olmadı. Tam bir can pazarı yaşandı. Depremden Hatay ile benzer şekilde etkilenen Adıyaman’da ise, hastanelerin ayakta kalması, yolların kullanılabilir olması, deprem sonrası arama-kurtarma faaliyetleri ve yaralılara müdahale ve sevk işlemleri anlamında şu ankinden çok daha vahim bir tablonun ortaya çıkmasını engelledi. Aksi muhtemelen binlerce kişinin daha ölümüne sebep olacaktı.

Sağlık Bakanlığı ise her biri depremzede olan sağlık emekçilerini ilk andan itibaren tüm özlük haklarını koruyarak sahadan çekip, ülkenin geri kalanındaki sağlık emekçilerini bölgeye görevlendirmesi gerekirken depremzede sağlık emekçilerini zorla çalıştırmayı seçti. Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve SES (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası), aralarında binlerce doktorun bulunduğu on binlerce gönüllü sağlık emekçisinin bölgeye gitmeye hazır olduğunu bildirmesine rağmen, Bakanlık bölgedeki sağlık emekçilerini işe koştu. Oysa yapılması gereken ülkede hiçbir şey yaşanmamış gibi sağlık hizmetlerini yürütmek değil, afete göre yeniden yapılandırmaktı. Teşvik sistemini kaldırmak, ilaç ve muayene katkı paylarını sıfırlamak, bölgeye gidecek sağlık emekçilerinin maaşlarına ek katkı yapmak ve belli bir gün ve sırayla, tüm hakları korunarak, tüm ihtiyaçları karşılanarak sağlık emekçilerini deprem bölgesine görevlendirmekti. Ancak bunlar hâlâ yapılmış değil.

Hastaneleri, yolları, havaalanlarını depreme dayanıksız yapmak; afete müdahale edememek, organizasyonu yapamamak yalnızca işi bilmemekle, yeteneksizlikle açıklanamaz elbette. İnsanların öleceğini bilerek sırf daha fazla kâr etmek için inşaatları denetimsiz olarak çürük yapılmasını sağlayan, emekçileri her ne pahasına olursa olsun çalışmaya zorlayan kapitalist düzen esas sorumlu. Ama bu düzeni sürdürmek için elinden geleni ardına koymayanları da unutmayacağız. Nasıl bugün depremin yaralarını saranlar emekçi halksa, yarın bu düzeni sarsıntıya uğratıp her şeyin hesabını soranlar da emekçi halk olacaktır.