ÇKP 20. Kongresi, Kasım 2022 Eylem Dalgası ve Çin’in Geleceği (1): Xi Jinping’in yükselişi öncesinde Çin

Soldan sağa: Hu Jintao, Li Keqiang, Xi Jinping, Wen Jiabao (17 Mart 2013)

Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) 20. Kongresi 16-22 Ekim tarihleri arasında toplandı. Çin burjuvazisi ve devleti, bu kongreye içeride ve dışarıda hızla kötüleşen koşullarda girdi. 2008’de başlayan üçüncü büyük depresyonun ve 2019 sonunda başlayan COVID-19 pandemisinin etkisiyle Çin ekonomisinin yavaşlaması ve başta ABD olmak üzere emperyalizm ile Çin arasındaki ekonomik ve jeopolitik gerilimlerin artması ÇKP’yi giderek daha fazla sıkıştırıyor. Bu sıkışıklığı aşmanın yolunu kişi kültüne dayalı bir diktatörlükte gören Xi Jinping (Şi Cinping) 20. Kongre’den üçüncü kez genel sekreter seçilerek çıkmayı başardı. Böylelikle tıpkı Mao Zedong gibi ölene kadar lider olmanın yolunu açtı. Ancak, kongrenin hemen ertesinde ülke çapında patlak veren eylemlerin gösterdiği gibi, Xi’nin kongre zaferi Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) önündeki devasa sorunları çözebilecek sihirli bir anahtar sunmuyor. Çin ile emperyalizm arasındaki gerilimin artması bir nükleer savaşa yol açıp insanlığı felakete sürükleyebilir. Çin ekonomisinin uzun süreli bir durgunluğa girmesi ise Xi’nin baskı politikalarıyla geçici olarak sinmiş gibi görünen ama son bir ayda yeniden canlanma işaretleri veren Çin işçilerinin ve ezilenlerinin mücadeleleri için önemli fırsatlar sunabilir. Bu yazıda standart bir kongre özetinin ötesine geçerek geleceğe dair olumlu ve olumsuz olasılıklara işaret edeceğiz. Xi’nin on yıl önce ÇKP genel sekreteri ve cumhurbaşkanı olduğunda önünde bulduğu sorunları hatırlatarak başlayacağız. Xi’nin icraatının bu dertlere deva olup olmadığı sorusunu yanıtlayarak devam edeceğiz. Ardından kongre sürecini ve kararlarını özetleyeceğiz. Yazımızı 20. Kongre’nin ve ertesinde yaşanan toplumsal mücadelelerin ışığında Çin’in ve dünyanın emekçi ve ezilenlerinin önündeki risklere ve fırsatlara dikkat çekerek sonuçlandıracağız.   

 

Hu-Wen döneminin mirası ve Xi’nin iktidar programı

Çin işçi sınıfının atılımı

Çin’i 2002-2012 arasında yöneten Hu Jintao (Hu Cintao) ile Wen Jiabao (Vın Ciabao), ÇKP’nin Kasım 2012’de yapılan 18. Kongresi’nde görevi Xi Jinping ile Li Keqiang’a (Li Kıçiang) devrettiler. Hu-Wen dönemi birbiriyle bağlantılı üç önemli gelişmeye sahne oldu. Birinci gelişme Çin proletaryasının ayağa kalkarak önemli kazanımlar elde etmesiydi. 1978 sonrasındaki kapitalist restorasyon sürecinde sanayi proletaryasının bileşimi dramatik olarak değişmişti. Daha fazla yabancı sermaye çekmek ve ÇKP bürokrasisinin içinden çıkıp serpilen yerli burjuvaziyi desteklemek için sigortasız ve iş güvencesiz çalışmaya, düşük ücretlere razı olabilecek geniş bir proleter kitlesinin varlığı gerekliydi. Mao döneminin mirası olan, nispeten yüksek bir sınıf bilincine ve mücadele kapasitesine sahip kent proletaryasına bu kölelik koşullarını kabul ettirmek zordu. Bu nedenle, kırdan kente göçü engelleyen hanehalkı nüfus kayıt (hukou) sistemi gevşetildi. “Köylü işçi” olarak bilinen kitlenin sayısı 1985’te 67 milyondan 2000’de 150 milyona ve 2017’de 285 milyona yükseldi. 1980’li ve 1990’lı yıllarda köylü işçiler sayesinde yerli ve yabancı sermaye muazzam kârlar elde etti.[1] Ayrıca, 1990’ların sonu ile 2000’lerin başında kamu iktisadi teşekküllerinin (KİT’ler) bir bölümü özelleştirildi. İş güvencesine ve sosyal haklara sahip, nispeten tatmin edici ücretler alan 50 milyona yakın işçi özelleştirmeler neticesinde işten çıkarıldı.[2] Özelleştirme politikası ciddi direnişlerle karşılaşmasına rağmen uygulanabildi. Her yıl milyonlarca köylü iş bulmak için kentlere akmasaydı süreç çok daha ciddi güçlüklerle karşılaşacaktı.[3] Kısacası, kapitalist restorasyon devasa göçmen işçi kitlesinin varlığı sayesinde, onların omuzları üzerinde yükselerek tamamlandı. 

1990’ların sonu ve 2000’lerin başında çalışmaya başlayan ikinci kuşak göçmen işçiler ise kölelik koşullarını değiştirmek için ciddi mücadeleler verdiler. Devlet sendikası haricinde sendika kurmanın yasak olmasına ve her türlü polisiye baskıya rağmen fabrika komiteleri, dernekler ve dayanışma ağları kurarak binlerce fiili grev ve direniş yaptılar. Haziran 2011’de Guangzhou kentinin Zengcheng ilçesinde yaşanan isyanda görüldüğü gibi, emekçilerin ve ezilenlerin eylemleri zaman zaman kitlesel isyanlara dönüştü.[4] Hu-Wen yönetimi, bir yandan işçi mücadelelerine karşı baskı önlemlerine başvururken diğer yandan sermayenin işçilere maddi tavizler vermesini onayladı ve zaman zaman teşvik etti. 2008’de çıkarılan İş Sözleşmesi Yasası ile göçmen işçilerin sosyal haklarında birtakım iyileştirmeler yapıldı. İşçi derneklerine[5] baskılar yapılsa da bunların topyekûn yasaklanması söz konusu olmadı. Ayrıca, işçilerin radikalleşmesini önlemek amacıyla Çin İşçi Sendikaları Konfederasyonu güçlendirildi, mücadelelerinin en azından bir bölümünde işçilerin tavizler elde etmesi için devreye girmesine onay verildi.[6] Tüm bunların sonucunda, Çin’de reel ücretler dünyanın geri kalanından çok daha hızlı bir tempoda arttı. Her yeni kazanım daha fazla mücadelenin fitilini ateşledi.

Grafik 1. Çin’de Grevler ve İşçi Eylemleri (2011-2018)[7]

çinde grevler ve işçi eylemleri

 

Grafik 2. 2000-2016 Arasında ABD, Almanya, Çin, Güney Kore ve Kanada’da Birim Başına İşgücü Maliyetinin Artış Trendi (2000 yılı=100)[8]

2000-2016 Arasında ABD, Almanya, Çin, Güney Kore ve Kanada’da Birim Başına İşgücü Maliyetinin Artış Trendi (2000 yılı=100)

 

Hu-Wen yönetimi köylülüğe de ciddi tavizler verdi. 1990’larda yükselen köylü mücadelelerini yatıştırmak için 2000 yılında (Jiang Zemin [Ciang Zımin] döneminde) tarım vergisinin ve kırsal çalışma mükellefiyetinin kaldırılması sözü verilmişti. Hu-Wen yönetimi 2006’da bu vaadi gerçekleştirdi. Aynı yıl başlatılan “Yeni Bir Sosyalist Kır İnşası” kampanyası çerçevesinde tarımsal teşvikler ve sübvansiyonlar artırıldı. Köylülerin elinden alınıp sermayeye transfer edilen tarım arazileri için ödenen istimlak bedelleri de bu dönemde arttı.[9]

Üçüncü büyük depresyonun etkileri 

Çin ekonomisinin 1980’lerden 2008’e kadar yüksek bir tempoda, çoğu zaman çift haneli yıllık rakamlarla büyümesi, Hu-Wen döneminde işçilere ve köylülere verilen tavizlerin maddi zeminini oluşturuyordu. Ancak, 2008’de başlayan üçüncü büyük depresyon Hu-Wen iktidarını da zorladı. Batı’dan gelen siparişlerin aniden azalması neticesinde Ekim 2008’de başta Guangdong eyaleti olmak üzere ihracata yönelik sanayi havzalarında 25 milyon göçmen işçi işten atıldı.[10] İşçi eylemlerinde ciddi bir artış görüldü. 2008 krizinin ertesinde öğrenci gençlik içinde sol radikalleşme eğilimi baş gösterdi, komünizm fikri (elbette başta Maoizm ama başka Marksist akımlar da) yeniden popülerleşmeye başladı. Hu-Wen yönetimi, ekonomik ve siyasi istikrarı korumak için Kasım 2008’de 586 milyar dolarlık ekonomiyi canlandırma paketini açtı. Bu rakam, Çin’in milli gelirinin %12.5’ine, ABD’nin aynı amaçla harcadığı paranın üç katına eşitti. Devlet bankalarının ve yerel hükümetlerin yaptığı harcamalar da buna eklendiğinde ekonomiyi canlandırmak için yapılan devlet harcamaları 2009’da milli gelirin %27’sine ulaştı.[11] Başta nispeten fakir Batı eyaletleri olmak üzere ülke çapında büyük altyapı yatırımları yapıldı. Ayrıca, çok sayıda şirketin borcu ertelendi veya silindi. Çin ekonomisinin devlet kapitalizmi niteliği (yani devletin bankacılık, enerji ve telekomünikasyon gibi kilit sektörlerdeki hâkimiyeti ve bu sayede ekonomik plan yapma ve uygulama kapasitesinin kayda değer olması) bu politikaların nispeten hızlı ve başarılı uygulanabilmesini sağladı. Hızla toparlanan Çin, üçüncü büyük depresyondan en az etkilenen ekonomi haline geldi, dinamizmi sayesinde dünya ekonomisinin topyekûn çöküşünü de engelledi.[12]

Hu-Wen yönetimi teşvik ve kurtarma paketleriyle yalancı bahar yaratmayı ve ekonomik performansını iyi göstermeyi başardı. Üstelik yukarıda andığımız maddi tavizler sayesinde işçiler ve köylüler nezdinde (güçlü bir hegemonya kurmasalar da) belirgin bir sempati kazanabildiler. Bununla birlikte, esasında batık durumda olan, devlet desteğiyle ayakta kalabilen çok sayıda zombi şirketin varlığını sürdürmesi ve geri ödenmeyen kredilerin bankacılık sektörüne çıkardığı büyük maliyet sahici ve kalıcı bir toparlanmadan ziyade krizin ötelenmesi anlamına geliyordu. 2012’de sahneden ayrılırken Xi’nin kucağına ötelenmiş, her an patlamaya hazır bir ekonomik kriz bıraktılar.   

Emperyalizm ile Çin arasında artan çelişkiler

ABD başta olmak üzere emperyalist devletler ile Çin arasında giderek artan ekonomik ve jeopolitik rekabet Hu’dan Xi’ye miras kalan ikinci önemli sorundu. Çin Halk Cumhuriyeti emperyalizm çağında dünya ekonomik hiyerarşisindeki konumunu iyileştirip bir üst lige çıkabilen çok az sayıda ülkeden biri oldu. 1960’ta Çin’in kişi başı milli geliri Hindistan ile neredeyse aynı, Türkiye’nin beşte birinden azdı. 2021’de Çin’in kişi başına milli geliri Hindistan’ın beş katından fazla ve Türkiye’nin 30% üzerindeydi.[13] Kısacası, Çin dünya sisteminin çevresinden yarı-çevresine doğru büyük bir sıçrama yaptı. Buna rağmen, Çin ile emperyalist ekonomiler arasında kapanması zor bir fark var. Günümüzde Çin’in kişi başına milli geliri ABD’nin beşte birinden az, Britanya’nın dörtte biri, Japonya’nın üçte biri civarında.[14]

Emperyalizm ile arasındaki fark hiç kapanmasa bile 1 milyar 400 milyon nüfuslu dev bir ülke olan Çin’in aldığı mesafe Batı’nın ekonomik hâkimiyetini aşındırma potansiyeline sahip. Nüfus ve yüzölçümü bakımından küçük, 1950’lerden bu yana ABD’nin askeri-politik şemsiyesi altında bulunan Tayvan ve Güney Kore’nin zenginler kulübüne katılması emperyalizm için hazmedilebilir bir gelişmeyken Çin gibi devasa bir bağımsız devletin aynı başarıyı tekrarlaması kabul edilemez, ne pahasına olursa olsun engellenmesi gereken bir şey. Çin devletinin Batı ile arasındaki bilimsel ve teknolojik mesafeyi kapatmak için sistematik çaba harcaması da emperyalistleri korkutuyor. 1990’larda ve 2000’lerin başında Çin’in ucuz ve yarı-kalifiye işgücünü sömürmekten çok memnun olan, Çin ile iyi ilişkiler kurulması için lobi yapan Amerikan şirketleri, Çin şirketlerinin rekabet gücü devletin desteğiyle arttıkça tutum değiştirdiler ve Çin’e karşı şahin politikalar talep etmeye başladılar.[15]

Grafik 3. ABD Şirketlerinin ABD Mahkemelerinde Çin Şirketlerine Karşı Açtığı Fikri Mülkiyet Haklarıyla Alakalı Dava Sayısı, 1993-2019[16]

ABD Şirketlerinin ABD Mahkemelerinde Çin Şirketlerine Karşı Açtığı Fikri Mülkiyet Haklarıyla Alakalı Dava Sayısı, 1993-2019

 

Üçüncü büyük depresyonun başlamasından sonra hem emperyalistler arasındaki hem de emperyalistler ile Çin arasındaki ekonomik rekabet giderek kızıştı. Bu rekabetin jeopolitik yansımaları Hu-Wen döneminde belirginleşmeye başladı. Tayvan’ın bağımsızlığı, Güney Çin Denizi’ndeki sınır ihtilafları, Hong Kong’un statüsü, Uygur ve Tibet ulusal sorunları gibi başlıklarda Batı ile Çin arasında gerilim artmaya başladı. Xi görevi devraldığında bu sorunları önünde buldu.  

Çin sermayesinin içindeki çatlaklar

Yukarıda işaret edilen faktörler Çin sermayesinin içinde ciddi bölünmeler yarattı. 1978’den itibaren Çin’in anakara/yerli sermayesi düşük ücretler, yarı-kalifiye işgücü ve devletin toprak mülkiyeti üzerindeki kontrolüne dayanarak çok düşük bedellerle (İnci Irmağı Deltası gibi sanayi havzalarında neredeyse bedava) arazi tashihi sayesinde kolay yoldan sermaye biriktirmişti. Başta Batı ülkelerinden gelen talep olmak üzere Çin’in ucuz mallarına dünya çapında yoğun bir talebin olması sermaye birikimini destekleyen önemli bir faktördü. Çin devleti zaman zaman inovasyonun önemini vurgulasa da yerli şirketlerin yüksek teknolojili üretime geçip Batı, Japonya ve Güney Kore ile dünya piyasasında rekabet etmesi söz konusu değildi. Tersine, Çin devleti 1980’lerde ve 1990’larda teknolojik kendine yeterlik politikasını terk ederek Batı teknolojisini transfer etmeye dayanan “Teknoloji Ticaret Piyasası” stratejisini benimsemişti. Şanghay Y-10 uçağı gibi Mao döneminin mirası teknoloji projeleri iptal edildi, yabancı teknoloji şirketlerinin Çin piyasasına girmeleri ve yerli şirketlerle ortaklık kurması teşvik edildi. Yerli şirketlerin bu şekilde teknolojik kapasitelerini artırması umuluyordu. Ancak, bu strateji beklenen sonucu vermedi. Yabancı şirketler, yerli şirketlerle ortaklıklarını dizayn ettikleri ürünlerin Çin’de ucuz ve hızlı imalatı için kullandılar. Araştırma-geliştirme (AR-GE) faaliyetlerini Çin’e taşımaya, Çinli ortaklarının bilimsel ve teknolojik kapasitesini geliştirmeye yanaşmadılar. Üretim zincirlerinden elde edilen kârların aslan payı yabancı şirketlere, kırıntısı yerli şirketlere aktarıldı.[17]

Çin sermayesi ile emperyalist sermayenin bu uyumlu fakat eşitsiz birlikteliği 2000’li yıllarda bozulmaya başladı. Çin işçi sınıfının başarılı mücadelesi nedeniyle işgücü maliyetlerinin hızla artması, üretim zincirlerindeki edilgen konumu nedeniyle kâr marjı zaten düşük olan yerli şirketleri giderek sıkıştırdı. Çin’in düşük ücret ve ucuz mal ihracatına dayalı sermaye birikim stratejisi tıkanmaya başladı. Çin sermayesi içinde giderek güç kazanan yeni bir fraksiyon, AR-GE kapasitesini artırarak küresel üretim zincirlerindeki konumunu iyileştirmeyi, bu sayede kâr pastasındaki payını (emperyalist şirketler aleyhine) artırmayı söz konusu tıkanıklığı aşmanın yegâne yolu olarak görmeye başladı. Yabancı sermayenin yerli ortaklarıyla teknoloji paylaşımına olan isteksizliği nedeniyle Çin devleti “Teknoloji Ticaret Piyasası” stratejisini terk etmeye, kendine yeterliği önemsemeye başladı. 2008 kriziyle birlikte dünya çapında kapitalistler arasındaki rekabetin iyice artması, bu eğilimin giderek derinleşmesine neden oldu.[18]

Dünya sisteminde çevreden merkeze yükselmeyi başaran az sayıda ülkenin deneyiminin gösterdiği gibi, yüksek teknoloji geliştirip rekabetçi hale gelmek çok masraflı ve riskli bir iş. Sabırlı olmayı, uzun vadeli planlamayı gerektiriyor. Devletin ekonomiye güçlü müdahalesi olmaksızın, özel sektörün kendi başına ulaşabileceği bir hedef değil. Çin devleti, kilit sektörleri özelleştirme kapsamının dışında tutarak ekonomiye müdahale kapasitesini bir ölçüde koruyabildi. Hu Jintao döneminde bu kapasiteye dayanarak kamu-özel ortaklıkları aracılığıyla yerli teknoloji üretimi desteklendi. 2006’da uygulamaya konan “Yerli İnovasyon” programı bu bakımdan kritik bir merhaleydi. Birkaç bakanlığın dahil olduğu mega projelerle hem KİT’lere hem de Lenovo ve Huawei gibi seçilmiş bir dizi özel şirkete büyük çaplı ekonomik, bilimsel ve teknolojik destekler verilmeye başlandı.[19] KİT’ler bu süreçte lokomotif rolünü üstlendi. AR-GE faaliyetlerinin ve çıkarılan yeni ürünlerin toplam üretim içindeki payı, patent alma, devletin verdiği teknoloji ödüllerini kazanma gibi göstergelere bakıldığında KİT’lerin özel sektöre göre açık ara önde olduğu görülüyor. Ayrıca, KİT’ler çalışanlarına özel sektörden daha yüksek ücret verdikleri için piyasada rekabet edebilmek için teknolojiye ve inovasyona ağırlık vermeye mecburlar.[20]

Çin devleti, 2000’lerin ikinci yarısından itibaren telekomünikasyon projelerinin teknik standartlarını yerli şirketleri teşvik edici, yabancı şirketleri dışlayıcı biçimde belirledi. Seçilmiş özel şirketler ile parti ve devlet organları arasındaki mali, personel, siyasi vb. işbirliği sıkılaştı. Kamuya ait olmakla birlikte özel sektör ortakları tarafından işletilen ZTE telekomünikasyon şirketi de bu süreçte en fazla öne çıkan şirketlerden biri oldu.[21] Hu-Wen yönetimi, büyük yerli şirketleri “Uyumlu Toplum” ve “Ortak Refah” gibi programlara dahil etmeye, bu yolla özel sektörü devletin siyasi hegemonyasını güçlendirmek için kullanmaya çalıştı. Bu politikaların sonucunda Çin sermayesinin kompozisyonu değişmeye başladı. İnovasyona ağırlık veren yeni bir sermaye fraksiyonu ortaya çıktı.[22]

Çin sermayesinin dönüşümü bununla sınırlı kalmadı. Düşük teknoloji ve ucuz işgücüne dayanan birikim stratejisinin tıkanmasıyla birlikte sermayenin bir bölümü finansal spekülasyona yöneldi. Devletin 2008 sonrasında açtığı teşvik paketleri geçici bir canlanma sağlasa da yerel hükümetlerin ve KİT’lerin borcunu ciddi biçimde artırdı. Bunun sonucunda geniş bir gölge bankacılık sektörü oluştu. Dahası, geçici canlanmanın sona ermesiyle birlikte üretken sektörlerde kâr oranı düşerken finansal spekülasyon arttı. Özel ticari bankalar, finans kuruluşları ve emlak şirketlerinin karmaşık ortaklıkları aracılığıyla büyük miktarda para spekülasyona kaydı. Varlık ve servet yönetimi ürünleri gibi yeni finansal ürünlerin piyasaya sürülmesiyle halktan büyük miktarda para toplanmasının mümkün hale gelmesi spekülasyon eğilimini artırdı. 

Hu-Wen ve Xi dönemlerinde patlak veren skandallar, Çin sermayesinin finansal spekülasyoncu kanadının bürokrasiyle işbirliği halinde paravan şirketler kurarak, hisse yapılarını ve bilançolarını gizleyerek devlet bankalarının içini boşalttığını ve parasını borsada değerlendirmek isteyen küçük yatırımcıları dolandırdıklarını gösteriyor. “Çin’in J.P. Morgan’ı” olarak bilinen China Minsheng Investment Group (CMIG) bunun çarpıcı bir örneği. CMIG’nin çekirdeğindeki az sayıda kişi kendilerine yakın kişilere paravan şirketler kurdurup CMIG’den hisse almalarını sağladılar. CMIG, çoğu zaman yasal koşullara uygun olmayan mekanizmalar aracılığıyla bu paravan şirketlere oldukça cömert koşullar içeren sözleşmeler ve ihaleler dağıttı. Paravan şirketler, hem CMIG gibi yükselen bir şirketin hissedarı olmanın hem de aldıkları ihalelerin avantajını kullanarak devlet bankalarından büyük miktarda borç aldılar. CMIG, bürokrasi içindeki gizli ortakları sayesinde devletin sanayi alanında inovasyonu teşvik etmek için verdiği kredi ve hibelerden de faydalandı.[23]

Bir diğer çarpıcı örnek olan Tomorrow Group ise bilançosunu şişirerek bankalardan ve borsadan topladığı paralarla 2008’de toplam net varlığı yalnızca 14.8 milyon yüen olan Ronglian şirketini 810 milyon yüen (yani net varlığının tam 54 katı!) ödeyerek satın aldı. Ronglian’in Tomorrow Group’un yöneticilerinin kurduğu paravan bir şirket olduğu daha sonra ortaya çıktı. Aynı gruba bağlı Baoshang Bankası’nın da 200’den fazla paravan şirkete 150 milyar yüen borç verdiği tespit edildi. Ülkenin en büyük sigorta şirketlerinden Anbang Insurance Group ise borsadan topladığı paraları bir yandan kendisiyle bağlantılı yüzlerce paravan şirkete yatırarak diğer yandan aynı şirketlerden borçlanarak dev bir saadet zinciri kurdu. Finans sermayesi ile burjuvalaşmış bürokrasinin yasadışı spekülatif faaliyetleri ekonomik ve siyasi istikrarı tehdit eden bir faktör haline geldi.[24]    

Sonuç olarak, Xi iktidara gelmeden önce Çin sermayesi düşük teknolojili üretken sermaye, yüksek teknolojili üretken sermaye ve finansal spekülatörler olmak üzere üç sektörel fraksiyona bölünmüş durumdaydı.[25] Devlet-sermaye ilişkilerinin yakınlık derecesi bu sektörel bölünmeye paralel (ama ona indirgenemeyecek) başka bir bölünme ekseni oluşturuyor. Hiyerarşinin tepesinde KİT’ler ve büyük özel şirketler üzerinde ciddi nüfuzu bulunan çok dar bir burjuva-bürokrat grubu bulunuyor. Orta katmanda KİT yöneticileri ile eyaletlerin parti sekreterlerinden (yani en üst düzey yöneticilerinden) oluşan, büyük özel şirketlerle yakın ilişkili bir başka burjuva-bürokrat kliği bulunuyor. Hiyerarşinin en alt basamağında ise devletle ilişkileri sınırlı, bürokrasi tarafından kontrol edilmeyen özel şirketler bulunuyor. ÇKP ile işbirliği yapan burjuva partilerinin mirasçısı olan, 1949 sonrasında tamamen sembolik konumda varlığını sürdüren “Birleşik Cephe Demokratik Partileri” ve “Yurtdışındaki Yurtsever Çin Temsilcileri” gibi çevreler, önde gelen avukatlar, medya yöneticileri, akademisyenler, kültür endüstrisinin önde gelenleri ise sermaye hiyerarşisinin farklı katmanlarıyla karmaşık ilişkilere sahipler.[26] Sermaye çevrelerinin parti ve devlet hiyerarşisinin dışında, çeşitli kulüp ve derneklerde örgütlenerek ekonomik ve siyasi hayatı etkilemeye çalıştığını da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Kökleri 1980’lere uzanan, 1994’te resmen kurulan Taishan (Tayşen) Endüstriyel Araştırma Enstitüsü (“Taishan Kulübü” olarak biliniyor) adlı az sayıda ultra-zengini bir araya getiren kulüp bunların en ünlüsü.[27] Xi, bu bölünmeleri siyasi istikrarı tehdit eden faktörler olarak görüyor.        

Yolsuzluklar 

Yolsuzluk meselesi yukarıda izah edilen politik ekonomik bağlama paralel olarak derinleşti. Yolsuzluk öteden beri parti bürokrasisinin burjuvalaşmasını sağlayan temel mekanizmalardan biriydi. 1984’te “ikili fiyat sistemi”nin benimsenmesinden sonra Malzeme Arzı Bürosu’ndaki bürokratlar “plan içi” kabul edilen ucuz endüstriyel materyalleri kendilerine yakın burjuvalara satarak büyük bir servete kavuştular.[28] 1990’ların sonu ile 2000’lerin başındaki özelleştirme dalgası sırasında pek çok bürokrat özelleştirilen şirketlerin hisse sahibi yöneticileri haline geldiler, yaklaşık 5 trilyon dolarlık serveti yağmaladılar. Özel şirketlerin devletten ihale almak ve vergi kaçırmak için verdikleri büyük miktarda rüşvet de bürokratların cebine gidiyor ve onları burjuvalaştırıyor. Devlet ile iş yapan ve arasını iyi tutmak isteyen yerli ve yabancı şirketler, bürokratların ailelerine ve akrabalarına dolgun maaşlı iş ve hisse senedi veriyorlar. Nihayet, yukarıda işaret edildiği gibi, finansal spekülatörler ile bürokrasi arasında organik bağlar var. 2006’da yapılan bir araştırmaya göre, 15 milyon dolardan fazla servete sahip 3200 Çin vatandaşının yaklaşık 2900 tanesi bürokratların akrabalarından oluşuyor.[29] Bu durum, 1980’lerden itibaren yolsuzluğu ülkenin yapısal bir sorunu haline getirdi. Halk yolsuzluklara her daim tepki duyuyor. Ancak, ekonomi hızlı büyüdüğü ve ortalama gelir arttığı müddetçe bu tepkiler rejimi tehdit eden bir boyut kazanmıyor.[30]

2008 krizinden sonra bu durum değişmeye başladı. Ekonomik pasta eskisi kadar hızlı artmadığı için yolsuzluklar halkın gözüne daha fazla batmaya başladı.[31] Ayrıca, sermayenin ve partinin farklı fraksiyonları birbirleriyle mücadele ederken yolsuzluk dosyalarını da kullandıkları için mesele siyasi istikrarı tehdit eder boyuta geldi. Xi’nin göreve geldiği 18. Kongre öncesinde yaşananlar bu durumu gözler önüne serdi. Xi’nin en önemli rakiplerinden biri olan Chongqing (Çongçing) şehrinin parti sekreteri Bo Xilai (Bo Şilay) kongre öncesinde yolsuzluk suçlamasıyla, eşi Gu Kailai (Gu Kaylay) ise daha önce birlikte iş (ve yolsuzluk) yaptıkları bir İngiliz burjuvasını öldürme suçlamasıyla tutuklandı. Bo’nun aile servetinin en az 136 milyon dolar olduğu medyaya yansıdı.[32] Ancak, aynı dönemde çıkan iki haber Bo’nun tasfiyesinde parmağı olanların da ondan farklı olmadığını gösterdi. New York Times, Başbakan Wen Jiabao’nun ailesinin en az 2.7 milyar dolarlık servet sahibi olduğunu duyurdu.[33] Bloomberg News, Xi Jinping’in ailesinin ve akrabalarının farklı şirketlerde toplam 376 milyon dolarlık yatırım, toplam varlığı 1.73 milyar olan bir madencilik şirketinin %18 hissesi ve bir teknoloji şirketinde 20 milyon dolarlık tahvilden oluşan zengin bir portfolyoya sahip olduğunu yazdı.[34] Dolayısıyla, Xi Jinping siyasi hegemonya sorununu hafifletmek, bürokrasi içindeki rakiplerini, özellikle de finansal spekülasyoncularla yakın ilişkili unsurları zayıflatmak ve tüm bunları yaparken kendi çevresini koruyabilmek için yolsuzluk meselesiyle yakından ilgilenmek zorundaydı.   

Ağırlaşan ulusal sorunlar 

Hu Jintao koltuğunu devrederken Xi Jinping’e başta Uygur ve Tibet sorunları olmak üzere giderek ağırlaşan bir ulusal sorun yumağı da bırakmıştı. ÇKP 1930’larda Han şovenizmine karşı çıkıp Uygurlara, Tibetlilere ve diğer ezilen uluslara kendi kaderlerini tayin hakkı vaat etmişti. Parti, iktidara geldikten sonra ezilen uluslara belirli konularda pozitif ayrımcılık yaptı ve sembolik düzeyde otonomi verdi ama kendi kaderini tayin hakkını asla tanımadı.[35] Bu grupların dil ve din özgürlüğü sık sık ihlal edildi. Mao döneminden itibaren Han nüfusu Sincan ve Tibet’e transfer etmeye dayalı yerleşimci-kolonyalist politika uygulandı. Çin’in petrol rezervlerinin %22’sine, doğal gaz rezervlerinin %28’ine sahip olan Sincan Uygur Özerk Bölgesi,[36] yerleşimci-kolonyalizmin en fazla derinleştiği bölge oldu. 1954’te kurulan Sincan Üretim ve İnşaat Birlikleri adlı askeri ve ekonomik örgüt aracılığıyla Han nüfusu transferi politikası bugüne kadar sistematik olarak uygulandı. Bunun neticesinde Sincan’ın demografik yapısı dramatik olarak değişti. Uygurların bölge nüfusuna oranı 1945’te %82.7’den 1982’de %45.7’ye düştü ve 2020’de %44.8 oldu. 1945’te yalnızca %6.2 olan Han nüfus oranı ise 1982’de 40.3’e, 2020’de %42’ye yükseldi.[37] 2000 yılında “Büyük Batı Kalkınma Stratejisi”nin açıklanmasından sonra bölgedeki maden ve altyapı yatırımları sıçrama yaparken Uygur ve Han nüfusu arasındaki ekonomik fark giderek açıldı. Uygurların dil ve din özgürlüğü ihlallerine ve Han nüfus transferine karşı gerçekleştirdikleri kitlesel eylemler (örneğin Aralık 1985’ten 1988’e kadar devam eden öğrenci eylemleri[38]) devlet tarafından bastırıldı. Temmuz 2009’da Urumçi’de gerçekleşen, 197 kişinin ölümü ve 1700’den fazla kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan Han-Uygur çatışmaları biriken gerilimin patlama noktasıydı.[39]

Uygur İslamcılarının Tiananmen Meydanı’ndaki bombalı saldırısı (28 Ekim 2013)

Uygur nüfusunun önemli bölümünün seküler eğilimde olmasına rağmen, komünizmin Han şovenizmiyle özdeşleştirilmesi ve dini pratiklerin baskı altına alınması nedeniyle Uygur ulusal hareketi zaman içinde dinci-gerici kanallara doğru aktı. El Kaide’den İŞİD’e kadar envai çeşit İslamcı örgüt Uygurlar arasında taraftar topladı. Bu grupların en fazla ses getiren eylemleri Xi Jinping’in ilk iki yılında gerçekleşti. 24 Nisan 2013’te Kaşgar’a bağlı Maralbeşi ilçesinde silahlı Uygurlar ile polis arasında çıkan çatışmada 21 kişi öldü.[40] 28 Ekim 2013’te Doğu Türkistan İslami Hareketi (“Türkistan İslami Partisi” olarak da biliniyor) Pekin’in kalbinde, parti-devletinin merkez organlarına yakın mesafede bulunan Tiananmen Meydanı’nda 5 kişinin öldüğü, 38 kişinin yaralandığı bir bombalı saldırı düzenledi.[41] 1 Mart 2014’te Kunming’deki bir tren istasyonunda gerçekleştirilen bıçaklı saldırıda 31 kişi öldü, 140’tan fazla kişi yaralandı.[42] 28 Temmuz 2014’te Kaşgar’a bağlı Yarkand ilçesindeki (kitle gösterileri ile silahlı eylemlerin bileşkesinden oluşan) çatışmalarda resmi rakamlara göre 100’e yakın kişi, bağımsız kaynaklara göre ise yüzlerce kişi öldü.[43]      

 


[1] Burak Gürel ve Mina Kozluca, “The Unrest and Relative Empowerment of the Working Class in Contemporary China,” ODTÜ Gelişme Dergisi, cilt: 46, no: 2, 2019, s. 205.

[2] Burak Gürel, “Dünya Kapitalizminin Krizi ve Çin’in Yükselişi”, Devrimci Marksizm, no: 13/14, 2011, s. 26.

[3] Isabella Nogueira ve Hao Qi, “The State and Domestic Capitalists in China’s Economic Transition: From Great Compromise to Strained Alliance”, Critical Asian Studies, cilt: 51, no: 4, 2019, s. 563.

[4] “Çin’de Sınıf Mücadelesi Sertleşiyor”, Gerçek, no: 21, Temmuz 2011, s. 11. 

[5] Çin’e ilişkin literatürde bu kurumlara “sivil toplum örgütü” (STK) deniyor ama işçi derneği demek daha uygun görünüyor.

[6] Gürel ve Kozluca, s. 216-218.

[7] a.g.e., s. 211 (Tablodaki rakamlar yılın her bir çeyreğinin toplamını gösteriyor).

[8] https://acetool.commerce.gov/cost-risk-topic/labor-costs (erişim tarihi: 1 Mart 2019).

[9] Burak Gürel, “Çin’in Yükselişinin Tarihsel Arka Planı ve Yakın Geleceği”, Çin Bilmecesi: Çin’in Ekonomik Yükselişi, Uluslararası İlişkilerde Dönüşüm ve Türkiye, derleyenler: Mustafa Yağcı ve Caner Bakır, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2019 içinde, s. 38-39.

[10] a.g.e., s. 37.

[11] Christine Wong, “The Fiscal Stimulus Programme and Public Governance Issues in China”, OECD Journal on Budgeting, cilt: 11, no: 3, 2011, s. 2.

[12] Sungur Savran, Üçüncü Büyük Depresyon: Kapitalizmin Alacakaranlığı, İstanbul: Yordam Kitap, 2022 (genişletilmiş ve güncellenmiş 2. basım), s. 35, 108-109.

[13] https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD?locations=ZG-CN-IN-TR (erişim tarihi: 10 Ekim 2022).

[14] https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD?end=2021&locations=CN-GB-US-JP&start=2021

(erişim tarihi: 10 Ekim 2022).

[15] Ho-fung Hung, Clash of Empires: From “Chimerica” to the “New Cold War”, Cambridge: Cambridge University Press, 2022, s. 8-47.

[16] a.g.e., s. 37.

[17] Nogueira ve Qi, “The State and Domestic Capitalists”, s. 567-571.

[18] a.g.e., s. 570-571.

[19] a.g.e., s. 571-572.

[20] Hao Qi ve David M. Kotz, “The Impact of State-Owned Enterprises on China’s Economic Growth”, Review of Radical Political Economics, cilt: 52, no: 1, 2020, s. 96-114.

[21] Nogueira ve Qi, s. 572; “ZTE ()”, https://thechinaproject.com/company-profiles/zte/ (erişim tarihi: 26 Kasım 2022).

[22] Nogueira ve Qi, s. 571.

[23] Meg Rithmire ve Hao Chen, “The Emergence of Mafia-Like Business Systems in China”, The China Quarterly, cilt: 248, no: 1, 2021, s. 1045-1046.

[24] a.g.e, s. 1047-1055.

[25] Nogueira ve Qi, s. 571-574.

[26] “A State Adequate to the Task: Conversations with Lao Xie”, Chuang, no: 2, 2019, s. 324-326.

[27] a.g.e., s. 290; William Zheng, “Taishan Club For Country’s Leading Tycoons Disbands”, South China Morning Post, 14 Şubat 2021; Yuan Guobao, “Taishan Club: The Rise and Fall of Secretive Roundtable of China’s Richest”, 6 Eylül 2021, https://www.thinkchina.sg/taishan-club-rise-and-fall-secretive-roundtable-chinas-richest (erişim tarihi: 9 Kasım 2022). 

[28] Nogueira ve Qi, s. 565.

[29] Minqi Li, China and the Twenty-First Century Crisis, Londra: Pluto Press, 2016, s. 19-23, 32-34.

[30] Deng Yuwen, “Who Are Xi’s Enemies?”, 15 Ekim 2022, https://foreignpolicy.com/2022/10/15/xi-congress-enemies-communist-china/ (erişim tarihi: 23 Ekim 2022).

[31] a.g.e.

[32] Susan Berfield, “The Business Ties of Bo Xilai”, 27 Nisan 2012, https://www.bloomberg.com/news/articles/2012-04-26/the-business-ties-of-bo-xilai (erişim tarihi: 27 Ekim 2012).

[33] David Barboza, “Billions in Hidden Riches for Family of Chinese Leader”, 25 Ekim 2012, https://www.nytimes.com/2012/10/26/business/global/family-of-wen-jiabao-holds-a-hidden-fortune-in-china.html (erişim tarihi: 27 Ekim 2012).

[34] “Xi Jinping Millionaire Relations Reveal Elite Chinese Fortunes”, 29 Haziran 2012, https://www.bloomberg.com/news/articles/2012-06-29/xi-jinping-millionaire-relations-reveal-fortunes-of-elite?sref=1FkogH50 (erişim tarihi: 27 Ekim 2012).

[35] Burak Gürel, “Stalinizm ile Kapitalizm Arasında Köprü Kuran Bir Düşünür: Domenico Losurdo”, Devrimci Marksizm, no: 45/46, 2021, s. 231-232.

[36] Ji Yeon Hong ve Wenhui Yang, “Oilfields, Mosques and Violence: Is There a Resource Curse in Xinjiang?”, British Journal of Political Science, cilt: 50, no: 1, 2020, s. 54.

[37] Anthony Howell ve C. Cindy Fan, “Migration and Inequality in Xinjiang: A Survey of Han and Uyghur Migrants in Urumqi”, Eurasian Geography and Economics, cilt: 52, no: 1, 2011, s. 123; “Xinjiang’s Han Chinese Growing Faster than Uyghurs”, 15 Haziran 2021, https://www.asianews.it/news-en/Xinjiang%E2%80%99s-Han-Chinese-growing-faster-than-Uyghurs-53420.html (erişim tarihi: 31 Ekim 2022).

[38] Brian Spivey, “The December 12th Student Movement: Uyghur Student Protest in Reform-Era China”, The Journal of Asian Studies, 2022, s. 1-20, doi:10.1017/S0021911822001206

[39] “Xinjiang Arrests ‘Now Over 1,500’”, 3 Ağustos 2009, http://news.bbc.co.uk/2/hi/asia-pacific/8181563.stm (erişim tarihi: 31 Ekim 2022).

[40] “China Jails 11 in Xinjiang for Religious Hatred”, 20 Haziran 2013, https://www.bbc.com/news/world-asia-china-22982398 (erişim tarihi: 31 Ekim 2022).

[41] “China to Try Eight People Over Deadly Tiananmen Attack”, 31 Mayıs 2014, https://www.bbc.com/news/world-asia-china-27647842 (erişim tarihi: 31 Ekim 2022).

[42] “Four Sentenced in China Over Kunming Station Attack”, 12 Eylül 2014, https://www.bbc.com/news/world-asia-china-29170238 (erişim tarihi: 31 Ekim 2022).

[43] “China Now Says Almost 100 Were Killed in Xinjiang Violence”, 4 Ağustos 2014, https://time.com/3078381/china-xinjiang-violence-shache-yarkand/ (erişim tarihi: 31 Ekim 2022).