Erdoğan’dan Şubat sonuna savaş randevusu: Savaş çıkarsa bu bir Amerikan savaşı olur!

Erdoğan’dan Şubat sonuna savaş randevusu

Erdoğan, AKP grup toplantısında yaptığı konuşmada “askerlerimize yapılan saldırı Türkiye açısından Suriye’de yeni bir dönemin miladıdır” dedikten sonra Suriye hükümetine Şubat sonuna kadar ültimatom vererek Suriye ordusunun güçlerini Türkiye’nin oluşturduğu gözlem noktalarının gerisine çekmesini istedi. Erdoğan, “rejim bunu yapmazsa Türkiye Cumhuriyeti bu işi bizzat yapmak mecburiyetinde kalacaktır” diyerek adeta Şubat sonuna savaş randevusu verdi.

Serakib’te ne oldu?

Türkiye ile Suriye ve Rusya arasındaki gerilimi tırmandıran olay İdlib’deki Serakib ilçesinde TSK konvoyunun vurulması ve 8 askerin hayatını kaybetmesiydi. Serakib ilçesi krizin sebeplerini özetleyen bir coğrafi konumda bulunuyor. Bu ilçe Halep ve Şam’ı birbirine bağlayan M5 karayolu ile Halep’le Lazkiye arasındaki M4 karayollarının kesiştiği noktada yer alıyor ve İdlib şehir merkezinin kapısı niteliğinde. Bir süredir Suriye ordusu, Rusya’nın yoğun hava desteği eşliğinde bu iki karayolunda hakimiyet sağlamak için askeri operasyonlar yürütüyordu.

Geçtiğimiz haftaya kadar Türkiye bu operasyonlara bir takım açıklamalar yaparak tepki göstermekle yetinmişti. Sahadaki TSK güçleri Suriye ordusunun ilerleyişine karşılık vermedi. Nitekim Suriye ordusunun harekât güzergahında yer alan 3 TSK gözlem noktası bu yüzden hatların gerisine düştü ve kuşatılmış şekilde kaldı. Ne olduysa TSK’nın M4-M5 karayollarının Serakib ilçesinde kesiştiği bölgelerde Suriye ordusunun harekâtını kesmek üzere tahkimat yapmasıyla oldu. TSK’nın bu hamlesi ateşle karşılık buldu. TSK da bunun üzerine Suriye mevzilerini vurarak misilleme yaptı.

Türkiye’nin Suriye ile Suriye toprakları içinde çatışmaya giriyor olması meşruiyeti kolayca sağlanabilecek bir şey değil. Kaldı ki gelinen aşamada Türkiye’nin bölgedeki askeri hamlelerine meşruiyet sağlamak için kullandığı argümanlar da büyük zaaflar içeriyor. Erdoğan’ın da adını zikrettiği Soçi ve Adana mutabakatları Türkiye’nin şu andaki hareketlerine meşruiyet sağlamadığı gibi tam tersi söz konusu.

Soçi mutabakatı Türkiye’nin değil Suriye’nin eylemlerinin gerekçesi durumunda

2018 Eylül’de Rusya ile yapılan Soçi mutabakatı, 2017’de Astana’da İdlib için mutabık kalınan gerginliği azaltma bölgelerinin oluşturulması için bir yol haritası ortaya koyuyordu. Türkiye’nin bölgedeki askeri gözlem noktaları da bu çerçevede kuruldu. Soçi anlaşmasının öyle çok da barışçıl bir ortamda yapılmadığını hatırlamak gerekir. Bu anlaşma Suriye ordusunun bugün yaptığına benzer bir hamlesinin ardından, operasyonu durdurmak üzere yapılmıştı. Bu yüzden Suriye ordusunun Rusya destekli harekâtını durdurması karşılığında Türkiye Soçi’de çok ciddi taahhütler altına girmekteydi.

Bu taahhütlerin arasında 10 Ekim 2018’e kadar bölgedeki terörist grupların (her iki tarafın da terörist olarak tanımladıkları El Kaide menşeli çatı örgütü Heyet Tahrir Şam/HTŞ kastediliyor) elindeki ağır silahların toplanması ve bu grupların 15 Ekim’e kadar da silahtan arındırılmış bölgeden çıkartılması da vardı. 2018’in sonuna kadar ise M4-M5 karayollarının trafiğe açılması karar altına alınmıştı. Oysa 2019 yılına girilirken bu bölge HTŞ’den temizlenmediği gibi, tam tersine bu örgüt Türkiye’nin himaye ettiği Ahrar-üş Şam ve ÖSO gibi örgütleri yenilgiye uğratarak tüm bölgeye hakim oldu. Tabii ki anlaşmanın en önemli konusu olan ve bugün çatışmanın merkezinde yer alan M4-M5 karayollarının trafiğe açılması da gerçekleşmeden kaldı.

O andan itibaren aslında “söz verdiklerinizi yapmazsanız biz yaparız” diyen taraf Suriye ve Rusya olmuştur. Bu yüzden TSK güçleri ilk defa Serakib’te hedef alınmış değildir. 2019 yılının Mayıs ayında, bugün yaşanan krizin ilk provası gerçekleşmiş ve Türkiye o aşamada anlaşmayı bozan taraf olduğunu bildiği için geri adım atmak zorunda kalmıştı. O dönem yazdığımız “İdlib’de kriz: Amerikan liyakat madalyalı şark kurnazlığı yolun sonuna geldi” başlıklı yazıda şu değerlendirmeleri yapmıştık: “Türkiye’nin Suriye güçlerinin ilerlediği bölgedeki 10 numaralı gözlem noktasının havan atışıyla vurulması ve 4 askerin yaralanması olayının altını çizmek gerekiyor. Bu haber basında geçiştirildi. Türkiye hükümeti ve dışişleri yaşanan olaya son derece düşük profilli şekilde mukabele etti. Saldırının bir kaza olduğunu düşünmek için hiçbir neden yok. Nasıl Afrin harekâtı sırasında Türk topçusu bölgeye ilerleyen Suriye milislerini vurduysa, şimdi de İdlib’e ilerleyen Suriye ordusunun topçuları aynı şeyi yapmıştır…Mesaj alınmış ve gözlem noktasındaki Türk askeri güçleri gözlemci pozisyonuna çekilmiştir. Türk askerini kalkan olarak gören Ulusal Kurtuluş Cephesi çete liderleri bu durumu protesto etmişse de mevcut durumda yapacak bir şey yoktur. Hulusi Akar umutsuzca Rusya’yı etkin ve kararlı önlemler almaya çağırmaktadır. Rusya ise basın önünde Türkiye’ye anlayış gösterirken bölgeyi etkin ve kararlı şekilde vurmaya devam etmektedir. https://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/idlibde-kriz-amerikan-liyakat-madalyali-sark-kurnazligi-yolun-sonuna-geldi

Barış Pınarı harekatının ardından Rusya ile yine Soçi’de yapılan mutabakatta da bu durum anlaşmanın satır aralarına nakşedilmiştir. İktidar ve yandaş basın Rusya ile tamamen Türkiye’nin isteklerini karşılayan bir anlaşma yapıldığını anlatsa da, gerçek durumu o dönem yazdığımız yazıda şöyle ifade etmiştik: “Kendi dileklerini gerçeğin kendisi zanneden, daha doğrusu halkı aldatmak için konuşan sözde medya yorumcuları, mutabakatta “terör” sorununun iki maddede birden ele alındığını (madde 2 ve madde 7), bunun da Rusya’nın Türkiye’nin “terör” tezine bütünüyle hak verdiğini gösterdiğini tekrarlayıp duruyorlar. Oysa o maddeler, hele yedinci madde, Rusya açısından tam tersi bir amaçla yazılmıştır. İkinci madde “Terörizmin tüm şekilleriyle mücadele etme” vurgusuyla güvenli bölge konusundaki bütün gerekçesini “terör”e yaslayan Türkiye’ye sadece senin söz ettiğin değil, başka biçimleri de demektedir. Daha önemlisi, yedinci madde “Her iki taraf terörist unsurların sızmalarının önlenmesinin temini için gerekli tedbirleri alacaktır” ifadesiyle aslında tekfirci-mezhepçi örgütlerin kontrolünü kast etmektedir. Çünkü güvenli bölgede Türkiye zaten kontrole sahip olacaktır. Güvenli bölge dışında ise sınıra 10 kilometre mesafede Rus-Türk ortak devriyesi öngörülmektedir. Demek ki, konu PYD-YPG olamaz. Ona ilişkin tedbirler alınmıştır zaten. Burada “her iki taraf da” denerek Türkiye tezine cevap verilmekte, gerek İdlib’deki Ali kıran baş kesen çeteler gerekse Fırat’ın doğusunda önemli bir kısmı tutsak konumda olan binlerce DAİŞ militanının “sızma” faaliyetlerinin sözü edilmektedir.https://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/putin-ve-erdogan-gercekten-mutabik-mi

Çok açıkça görülüyor ki bu zamana kadar Türkiye İdlib’de Suriye ordusundan gelen hamleleri alttan almak zorunda kalmıştır. Çünkü 2019 başında HTŞ bölgeyi kontrol altına aldığından beri yapılan anlaşmalar boşa çıkmış, Türkiye meşruiyet alanını yitirmiştir. Rusya’ya başka alanlarda verilen tavizler sayesinde süreci ertelemeye çalışmak başlıca hareket tarzı olmuştur.

İdlib’de Adana mutabakatı da Erdoğan’ın aleyhine

Bu açıklamalardan sonra Adana mutabakatının da İdlib’te bir referans olarak itibar görmesinin mümkün olmadığı açıkça görülmektedir. Zira bu mutabakat esas olarak PKK’ye yönelik hazırlanmıştır. Suriye hükümetinin kendi topraklarında PKK faaliyetlerine son vermesi ve bu konuda Türkiye ile askeri/siyasi işbirliği yapmasını öngörmektedir. Türkiye bu mutabakat doğrultusunda sadece PKK’yi hedef aldığı gerekçesiyle Fırak Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarındaki faaliyetlerine hukuki zemin oluşturmaya çalışabilir. Ne var ki Adana mutabakatının geçerli olması için Türkiye ve Suriye hükümetinin resmi düzeyde işbirliği gerekmektedir ki bu süreçte Erdoğan bu resmi ilişkiyi kurmaktan kaçınmaya devam ettiği sürece Adana mutabakatı da akim kalmaya mahkum olacaktır. Yani bu durumda Adana mutabakatı Suriye hükümetinin “işgalcilik” olarak nitelendirdiği söz konusu harekâtlara dahi bir hukuki zemin sağlamamaktadır.

İdlib’de ise Adana mutabakatı olsa olsa Türkiye’nin askeri girişimlerinin aleyhine bir işlev görür. Zira bu mutabakat her iki ülkeye de muhatabına yönelik terörist faaliyetleri engelleme sorumluluğu yüklemektedir. İdlib’deki fiili duruma bakıldığında Türkiye bölgeye kendine yönelik bir tehdit olduğu iddiasıyla girmemiştir. Tam tersine, bölgede Suriye’nin kendisine tehdit oluşturduğunu söylediği örgütlerin garantörü olarak bulunmaktadır. Astana süreci bu garantörlüğü ÖSO benzeri yapılar için tanımaktadır ancak artık İdlib’de bu örgütler de silinmiştir. Geriye Türkiye’nin de resmi olarak terörist olarak nitelendirdiği HTŞ kalmıştır. Özetle Türkiye HTŞ’yi himaye eder konuma düşmüş iken Adana mutabakatı Türkiye’nin askeri girişimlerine hiçbir şekilde dayanak oluşturamaz. Tam tersine, Adana mutabakatı gereği Türkiye’nin HTŞ ile savaşması (o da Suriye’nin resmi talebi ve işbirliği halinde) ya da bölgeden çekilmesi gerekir. Dahası Türkiye Adana mutabakatı gereği kendi sınırlarından İdlib’e militan geçişini engellemekle, kendi sınırları içindeki HTŞ’yle ilişkili yapıları tasfiye etmekle ve Suriye’ye teslim etmekle yükümlüdür.

Türkiye’yi sırtından savaşa iten ABD’nin elidir

Tüm bunları elbette ki Türkiye hükümeti, dışişleri ve silahlı kuvvetleri de gayet iyi biliyor. Bu yüzden yukarıda açıkladığımız gibi Türkiye, İdlib’de uzun süre Suriye’nin Rusya himayesinde gerçekleştirdiği askeri girişimleri alttan almak zorunda kalmıştır. Peki bugün değişen esas olarak ne olmuştur da bir anda Şubat sonuna savaş randevusu verecek duruma gelinmiştir? Bu sorunun cevabını ABD emperyalizminin pozisyonuna bakarak verebiliriz. Barış Pınarı Harekâtı’nın ardından bugün olacakları harfi harfine şöyle öngörmüştük: “ABD, Trump’ın deyimiyle “petrolü güvene almak” stratejik hedefi için güneydeki Deyrizor’a odaklanmış ve Kuzey Suriye’de öngörülen NATO koridoruna Rus kaması sokulmasına yol vermiştir. ABD’nin bu taktik tavizinin neticesinde şimdi hem Fırat’ın doğusu hem Tel Rıfat ve Mınbiç hem de (en önemlisi) İdlib Türkiye-Rusya ilişkileri açısından tam bir mayın tarlası niteliğindedir. ABD emperyalizmi bu mayınlı arazinin Türkiye-Rusya ilişkilerini paramparça etmesi için elinden geleni yapacak, türlü provokasyonlar içinde olacaktır. James Jeffrey’nin Astana’nın ipini çekme planı yürürlüktedir.”

Erdoğan’ın son konuşmasında Fırat’ın doğusundan ve Tel Rıfat’tan özellikle bahsetmesi buralarda Barış Pınarı Harekatı’nı devam ettirebileceklerini söylemesinin ABD’nin planıyla ne kadar uyumlu olduğu açık. Spesifik olarak İdlib’de ise gelişmeler çok daha vahimdir. Bugüne kadar İdlib’de Türkiye, kendi himaye ettiği güçlerin yenilmesi ve bölgede HTŞ’nin kontrol sağlaması dolayısıyla attığı adımlarda çok dikkatli davranıyordu. HTŞ’yi korur pozisyona düşmemeye özen gösteriyordu. Son dönemde bu konudaki tutumun, HTŞ için Suriye hatta Rusya ile savaşa girmeyi göze alacak kadar değişmesinin nedeni ABD’nin Türkiye’nin elini HTŞ’yi savunmak üzere serbest bırakmasıdır. James Jeffrey ABD’nin de resmen terörist olarak kabul ettiği HTŞ’yi meşrulaştırmak için söylediği şu sözler son derece anlamlıdır: “Nusra gibi, Hayat Tahrir el Şam (HTŞ) gibi. Bunlar doğrudan El Kaide'nin uzantıları, terör örgütü olarak kabul ediliyorlar ancak öncelikli olarak Esad rejimiyle mücadeleye odaklanmış durumdalar. Henüz biz bu iddiaları kabul etmedik ama kendileri, terörist değil vatansever muhalif savaşçılar olduklarını iddia ediyorlar. Bir süredir uluslararası bir tehdit oluşturduklarını görmedik.” Türkiye’yi Suriye ile savaşa iten eli görüyor musunuz?

Suriye ile savaş tehlikesinin yanında Türkiye’nin Suriyeleşmesi tehdidi var

ABD, Türkiye’ye "çekinme HTŞ’yi savunmak için asker kullan biz arkandayız" demektedir. ÖSO vb. grupların TSK’ya iliştirilmesinin ne kadar sakıncalı olduğu bu grupların Türkiye içinde eylemlere girişebilme kaygısının Türkiye’de halkı nasıl tedirgin ettiği ortada iken El Kaide menşeli HTŞ militanlarının meşrulaştırılma girişiminin yaratacağı sorunların büyüklüğü ortadadır. Türkiye’de kanlı eylemlere imza atmış bu örgütü ABD’nin istekleri doğrultusunda himaye etmek Suriye ile savaş tehdidinin yanında Türkiye’nin Suriyeleştirilmesi tehlikesini de yeniden gündeme taşımaktadır.

Amerikan planı Amerikan savaşı

Türkiye ordusu Fırat Kalkanı ile Suriye’ye adımını attığı anda Amerikan tuzağına çekildiğini söylemiştik. Atılan şovenist nutukların aksine gelişmeler bizi doğruladı. Şimdi ABD’nin Astana’nın ipini çekme planının son aşamasına gelinmiştir. Plan Amerikan planıdır.  Şubat sonunda randevusu verilen savaş çıkarsa bu savaş bir Amerikan savaşı olacaktır! Bedelini kardeş halklar ödeyecek kardeş kavgasının kazananı ise yine Trump ve Amerikan emperyalizmi olacaktır.