Tufandan önce İtalya

Tufandan önce İtalya

“İtalya’ya gelince, ülke 21. yüzyılın başından beri, yani dünya çapında Üçüncü Büyük Depresyon’un başlamasından bile önce başlamış bir depresyonun pençesindedir: Şu anda GSYH’si 21. yüzyıl başındaki düzeyinden daha geridedir! Avrupa’nın en büyük kamu borcuna sahiptir (2,6 trilyon dolar, yani GSYH’nin yüzde 150’si). 2018 seçimlerinden bu yana partiler arasında kurulabilecek çeşitli koalisyon formülleri denenmiş ama her seferinde tökezlemiştir. (…) Bu yüzden, son zamanlara kadar Avrupa Merkez Bankası’nın guvernörü olan Mario Draghi yönetiminde, partilerin de görev aldığı “teknokrat” karakterde bir hükümet kurulmuştur. Avrupa Birliği bunun hemen öncesinde AB pandemi fonundan en büyük payı (…) İtalya’ya ayırdığını açıklamıştı. (…) Bizce, İtalyan burjuvazisinin hâkim küreselci kanatları, AB kurumlarının da yardımıyla, büyük bir deprem öncesinde son krizden çıkış şanslarını kullanıyorlar. Bu şans kullanılamazsa sonrası tufandır.”

Geçen yılın (2021) Mayıs ayında dünya çapında faşizmin yükselişini inceleyen uzun bir makalede İtalya’nın durumu konusunda bu sonuca ulaşmıştık. İtalyan burjuvazisi sözünü ettiğimiz depreme ancak bir buçuk yıl direnebildi. Draghi hükümeti Avrupa Birliği pandemi fonundan kendisine ayrılan 200 milyar avro düzeyindeki dev miktarı alabilmek için Draghi hükümeti eliyle “reformlar” konusunda adımlar attı. Ama sonra hükümet siyasi sınırlarına geldi çattı. Temmuz ortasında “teknokrat” koalisyon çöktü, Draghi istifa etti. Şimdi İtalya 25 Eylül’de yapılacak parlamento seçimlerine hazırlanıyor. Tufandan önceki sessizlik dönemini yaşıyor.

Neden “tufan”? (1): Ön-faşizm tsunamisi

Draghi’nin başbakanlığı İtalyan burjuvazisinin küreselci kanatlarının hangi büyük deprem öncesi son manevrası idi? Bir yanıyla, ekonominin Avrupa Birliği’nin isterlerine uygun şekilde yeniden biçimlendirilmesi bakımından; ama aynı zamanda ırkçı-milliyetçi, AB ve göçmen karşıtı bir siyasi doğrultunun yükselişine karşı etkili bir barikat kurma bakımından. Çünkü burjuvazinin hâkim kanatları henüz faşizm fikrine ısınmadı. Henüz AB çözümünden vazgeçmiş değil.

İtalya’da faşizm iki ayrı biçim altında çok ciddi bir yükseliş gösteriyor. Bunlardan ilki parlamentoda güçlü bir varlık gösteren, bizim ön-faşizm olarak adlandırdığımız hareket. ABD’de Trump’ın, Fransa’da Marine Le Pen’in temsil ettiği, henüz bütün gücü ve şiddeti ile ortaya çıkmamış ama çıkmaya hazırlanan faşizm. İtalya’da bu hareket, diğer ülkelerden farklı olarak iki ayrı parti tarafından temsil ediliyor. Biri Matteo Salvini’nin liderliğinde Lega adlı parti. Bu parti 2018 seçimlerinde büyük bir atılım yaptıktan sonra koalisyon hükümetlerinde yer aldı. Kamuoyu yoklamalarında oyu yüzde 35’e kadar yükseldi. Fakat partinin, kendi iç çelişkileri dolayısıyla (içinde faşizme angaje olmayan küreselci burjuvazi temsilcileri de var) Draghi hükümetinde yer alması, İtalyan işçi sınıfının ve yoksul halkının özellikle göç ve AB konusunda aşırı hassas olan kitlelerinde bir düş kırıklığı yarattı ve diğer ön-faşist partiye bir kayma başlattı.

Bu ikinci parti, Mussolini’nin partisinin birçok değişiklik geçirmesinden sonra bugünkü adını alan Fratelli d’Italia (kısaca Fratelli diyeceğiz). Başında da ağzından zehir taşan bir kadın lider, Giorgia Meloni var. Fratelli bugün kamuoyu yoklamalarında birinci parti olarak görünüyor.

İki parti bölünmüş halde seçime gidiyor olsaydı tehlike çok büyük olmazdı. Ne var ki, İtalyan merkez sağı ile “aşırı sağı” (yani ön-faşizm) seçimlerde başarılı bir ittifakı yerleştirmiş durumda. Son günlerde seçimde savunulacak program üzerinde de anlaşma sağladılar. İtalya’yı örneğin Fransa’dan ayıran bir başka nokta, merkez sağ olarak anılan partinin faşistlerle birlikte hareket ediyor olması. Fransa’da en gelenekçi ve muhafazakâr sağ bile (en önemlisi Les Républicains-Cumhuriyetçiler) Marine Le Pen’e karşı bir “cordon sanitaire” (“karantina” diyebiliriz) politikası uyguluyor. Her ne kadar her geçen yılla birlikte bu partinin seçmenlerinin daha büyük bir kısmı en azından ikinci turda Marine Le Pen ve partisine uy veriyor olsa da, partinin resmî tavrı “cumhuriyetçi dayanışma” adı altında ön-faşistleri yalıtmak. İtalya, en azından büyük Avrupa ülkelerinde merkez sağın faşistlerle doğrudan işbirliği yaptığı tek ülke. (Bu kural İspanya’da bu yılın başlarında tek bir özerk bölgede bozuldu. Ama ülke çapında merkez sağ Partido Popular ön-faşist Vox ile işbirliğinden kaçınıyor.) İtalya’da merkez sağın başında Türkiye insanının adını çok iyi bildiği Berlusconi ve Partisi Forza Italia var. Bu üçlü (Meloni, Salvini ve Berlusconi) seçimlerde yüzde 45 ile en yüksek oyu alacak blok olarak görünüyor.

Bu yetmezmiş gibi, seçim sistemi (kısmen dar bölge, kısmen çoğunluk sistemi) bu blokun parlamentoda alacağı oya oranına göre olağanüstü yüksek bir çoğunluk elde edeceğini gösteriyor: Istituto Cattaneo adlı güvenilir bir yoklama kurumunun hesaplamalarına göre, ön-faşist/Berlusconi ittifakı mecliste milletvekillerinin yüzde 61’ini, senatoda ise sandalyelerin yüzde 64’ünü kazanacak. En yakın rakipleri ise, mecliste sandalyelerin yüzde 26’sı ile eski İtalyan Komünist Partisi’nin tanınmaz hale gelmiş devamı olan sade suya “solcu” Demokrat Parti olacak (il manifesto gazetesi, 10 Ağustos 2022).

Faşizm sadece iktidara gelmiyor. Ezici bir çoğunlukla geliyor. Deprem bu. Tufanın ise ikinci bir yüzü var.

Neden “tufan”? (2): Faşist çeteler ve örgütler

İtalya’da parlamenter politikanın “al gülüm ver gülüm” oyunlarına şu ya da bu ölçüde taviz veren, daha önemlisi şimdilik faşizmin temsil ettiği iç savaş politikasını sürükleyecek silahlanmış güruhları (milisler, çeteler) olmayan bu ön-faşist partilerin dışında bir de (onlar kadar güçlü olmaktan uzak ama yine de küçümsenmemesi gereken) doğrudan şiddete dayanan çetelere de sahip düpedüz faşist örgütler de var. Bunların en önemlileri seçimde de asgari düzeyde başarısı olan Casa Pound ile parlamento dışı bir örgüt olan Forza Nuova.

Bu ikincisi 9 Ekim 2021 günü aşı karşıtı kalabalıklarla birlikte gösteri yaparken önce başbakanlık ofisi Chigi Sarayı’na, orayı alamayacaklarını görünce İtalya’nın en büyük sendika konfederasyonu ve aynı zamanda (“taban sendikaları” olarak bilinen farklı bir sendika türü dışında) geleneksel sendikalar arasında eski Komünist Parti bağları dolayısıyla hâlâ en solcusu olan Cgil’in merkez binasını basarak tahrip etmişti

Bu örgütler, evet, bugün küçüktür. Ama bundan dolayı rehavete kapılmak, diyalektiğin yasalarını tanımamak olur. Bir ülkede faşizm parlamenter yollardan bu kadar güçlü bir çoğunlukla iktidara geldiğinde ülkenin konjonktürü toptan değişecektir. Bir yandan, o iktidar koalisyonuna oy veren seçmenler kendilerine göçün önlenmesi, İtalyan kökenlilere öncelik verilmesi (“prima gli italiani”), Avrupa Birliği’nin İtalya’yı kemer sıkmaya zorlamasına direnme gibi konularda verilen vaatlerin yerine getirilmesini bekleyecektir. Bir yandan da kendileri faşizmin ideolojik-politik ana özelliklerini taşıyan iki parlamenter parti (Lega ve Fratelli), “yaramaz” küçük kardeşlerinin başka zamanlarda “aşırı” görünebilecek eylem ve örgütlenme girişimlerine hoşgörü ile yaklaşmak zorunda kalacaktır (“bizimkiler” psikolojisi). Yani bu küçük tam faşist örgütler yeni toplu durum çerçevesinde kendi gerçek güçlerinden çok daha büyük olanaklara kavuşacaktır.

Bunun sonucunda, ön-faşist ikili çeşitli alanlarda yalpaladığı takdirde küçük tam faşist örgütler onları halka şikâyet ve teşhir yoluyla güç kazanmaya çalışacaktır. Ayrıca, küçük örgütler ülkedeki atmosferi istismar yoluyla zamanla daha büyük örgütler haline gelebileceği için onlara rakip olmaya başlayacaktır. Bu, bir yandan ön-faşistlerin radikalleşmesi yönünde, bir yandan da şiddete dayalı örgütlerin güç kazanması yönünde birer dinamik yaratacaktır.

Kısacası, mesele seçimle ve parlamenter politika ile sınırlı değildir. Ayrıca faşizmin parlamenter yolla iktidarı ele geçirmesini küçümseyecek olanlara klasik faşizmin her iki büyük örneğinde de (İtalya 1922 ve Almanya 1933) faşizmin önce seçim mekanizmalarını kullanarak (üstelik bir azınlık olarak) iktidara geldiği halde çok hızla kendi demir diktatörlüğünü kurduğunu hatırlatırız.

Nihayet, okurumuzun dikkatini 2021 yılının dört ayrı ülkede (ABD, Fransa, Hindistan, İtalya) “faşizmin açılması” sürecine tanık olduğu gerçeğine de çekmek isteriz. “Faşizmin açılması” olarak andığımız süreç, uzun yıllardır silahlı çete ve milislerden yani paramilter güçlerden uzak durmuş olan ön-faşizmin büyük yankılar yaratacak şiddet olaylarına yol açarak (ABD, Hindistan, İtalya) ya da iç savaş ve katliam tehdidi içeren bildirilerle topluma seslenerek (Fransa) iktidar giden yolunu şiddete ve paramiliter güçlere doğru genişletmesidir. Buradan hareketle 2021’i “ön-faşizmden tam faşizme geçiş” yılı olarak niteledik. İtalya seçimlerinde büyük faşist zafer bu bağlamda gündeme gelmiş bulunuyor.

Yaklaşan ekonomik kriz

Bu toplu durumu daha da sarsıcı kılacak olan bir faktör olarak İtalya’nın ekonomik durumuna da kısaca değinmek gerekir. Yazının girişinde yaklaşık bir yıl önce yayınlanmış bir makaleden yaptığımız alıntıda, İtalya’nın bu yüzyılda ekonomisinde toplam olarak büyüme görmediğini, kamu borcunun ise hem mutlak miktar olarak Avrupa’nın en büyüğü, hem de GSYH’sinin yüzde 150’si oranında olduğu için avro bölgesinde, 2009’dan itibaren devasa bir krize yakalanmış olan Yunanistan’ın ardından borçluluk bakımından ikinci sırada olduğunu belirtmiştik. Draghi, AB parasıyla buna çare olarak başa getirilmişti. Olmadı.

Şimdi bu berbat tabloya yeni ekonomik konjonktürün etkileri ekleniyor. Bir yandan dünya çapında Üçüncü Büyük Depresyon’un devam eden etkileri öte yandan Ukrayna savaşı dolayısıyla ortaya çıkan sıkışmalar, bilindiği gibi, hem enerji fiyatlarında hem de gıda fiyatlarında hızlı bir fiyat artışını tetikleyerek dünyanın her yerinde enflasyonun yükselmesine neden oldu. Buna karşı bütün ileri kapitalist-emperyalist ülkelerin merkez bankaları Depresyon karşıtı düşük faiz politikalarından koparak yüksek faiz politikası izlemeye başladı. Avrupa Merkez Bankası kervana en geç katılan oldu ama geçen aydan itibaren o da faizleri yükseltmeye başladı.

İşte bu yeni konjonktür İtalya’da sermaye birikimine ve mali yönetime ağır baskılar getiriyor. Yüksek faizler yatırımları yavaşlatacak ve borçlu firmaların, özellikle İtalyan sanayiinin önemli unsurlarından biri olan KOBİ’lerin zora düşmesiyle sonuçlanacak. Maliye politikası açısından ise İtalyan devletinin borç yönetimi çok güçleşecek. Bunun nedeni, avro bölgesinde para politikasının ortak olmasına karşılık maliye politikasının tek tek ülkeler tarafından yönetilmesi. O yüzden avro bölgesinin ortak para otoritesi olan Avrupa Merkez Bankası faizleri yükseltince, maliye politikaları daha eli sıkı olan kuzey ülkeleri karşısında harcamaları daha cömertçe yapan güney ülkeleri, en uç noktalarda ise Almanya karşısında İtalya zor duruma düşüyor. Bunun nedeni her ülkenin tahvil faizlerinin, yani borçlanma maliyetinin farklı olması. Almanya ile İtalya arasındaki “spread” yani fark en büyüğü. İtalya, borcunu çevirmekte çok zorlanacak.

İlk faktörün (yani sermaye birimlerinin zorlanması ve yatırım yapmaktan kaçınması) yaratacağı ekonomik daralma koşullarında devletin vergi toplaması daha da güçleşeceği için borçlanma ihtiyacı artacak. Böylece sorun katmerleşecek. İtalya’yı çok zor bir kış bekliyor.

Yani İtalya’da bütün politik mücadeleler, her ekonomik kararın daha da sert sonuçlar doğuracağı bir ekonomik kriz ortamında yürütülecek. Böyle bir durumun uç çözümlerin yelkenine rüzgâr dolduracağı çok açık.

Rus salatası

Bu yazının tepesindeki fotoğraf, Berlusconi, Salvini, Meloni üçlüsünü bir arada gösteriyor. Sol liberal bir gazete olan il manifesto tarafından İtalyanca “Rus salatası” başlığıyla kullanılmış. Bunun anlamı, ABD ve Avrupa’da ön-faşist hareketin Putin Rusyası ile iyi ilişkiler içinde olması dolayısıyla yeni iktidarın Ukrayna savaşına ilişkin AB politikası başta olmak üzere İtalyan burjuvazisinin küreselci, AB yanlısı, ABD yanaşması, NATO’cu politikasından uzaklaşma ihtimalini vurgulamak.

Ön-faşist hareketin Putin ile flörtünü başka bir yazımızda ayrıntısıyla incelemiştik. Burada çok kısa olarak belirtelim ki bu, ideolojik yanı çok zayıf olan bir “mantık evliliği” olarak nitelenmelidir. Her iki taraf da ABD ve AB burjuvazilerinin (şimdilik) hâkim kanadı olan küreselci (Davosçu) burjuvazi ile sert çelişkiler içindedir. Dolayısıyla, Putin Rusyası ön-faşist hareketlere (bazen mali destek de dâhil) yardım elini uzatmakta, onlar da Putin Rusyasına özel bir yakınlık politikası izlemektedir.

Kendi başına zaten AB için büyük sorun oluşturan bu politik yöneliş, Ukrayna savaşı bağlamında çok özel bir vahamet taşıyabilir. Salvini vaktiyle Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda göğsünde Putin resmi olan bir tişört ile zuhur etmişti. Meloni’nin görüşlerinin de Ukrayna savaşı konusunda İtalyan burjuvazisinin AB’ci-NATO’cu kanadı ile (Draghi bu kanadın mükemmel bir örneği idi) önemli farklılıklar gösterdiği sır değil. Ancak her iki lider de şimdilik bu konuda düşük profil gösteriyor. Bunun nedeni sır değil: Savaşın başından beri yapılan propaganda dolayısıyla AB ülkesi halklarda Rus karşıtı görüşlerin çok güçlü olması. Hatta üçlü ittifakın bugünlerde kabul edilen programında “İtalya’nın tam olarak Avrupa’nın, Atlantik İttifakı’nın ve Batı’nın yanında konumlanması” ibaresi olduğu açıklandı (il manifesto, 10 Ağustos 2022).

Bu tutum ön-faşist koalisyon iktidara geçince değişir mi? Her değişiklik Batı sisteminde, NATO’da ve emperyalist dünyada büyük yer sarsıntıları yaratacaktır. Dolayısıyla, İtalyan seçimleri sadece İtalya burjuvazisinin ve AB’nin var olan sistemlerinde çatlaklar yaratmayacak, dünya sisteminde de büyük etkilere gebe.

İşçi sınıfı ve emekçi halk faşizme karşı hazırlanmak zorunda!

Faşizm, Amerika (6 Ocak 2021) ve Fransa’dan (Mayıs 2022) sonra şimdi de İtalya’da iktidar şansını deniyor. Bu seferki denemede şansı karşılaştırılmaz derecede daha yüksek. İtalya ve Avrupa’nın proletaryası, bu ön-faşist hareketlere “popülist” adını takarak tehlikeyi bütünüyle görmezlikten gelen post-Leninist solun nüfuzundan kurtularak faşizme karşı fabrikalarda, mahallelerde, okullarda, sokakta çarpışmak üzere hazırlanmalı. Seçim politikası şimdilik faşizme karşı mücadelede olumlu bir potansiyel vadetmiyor. Etseydi bile o, işin yarısı, hatta yarıdan da azı olurdu.

Faşizm bir iç savaş hareketidir. İktidarını şiddet kullanarak ve en başta devrimcileri, sosyalistleri, komünistleri, ardından da sendikaları ve başka türden işçi-emekçi örgütlerini hedef alarak kurar. Öyleyse işçi sınıfı sendikalarında, emekçi halk mahalle örgütlenmelerinde,  öğrenciler öğrenci derneklerinde dayanışma ağlarını hızla geliştirerek her fabrikayı, her mahalleyi, her okulu korumak üzere hazırlanmalıdır. Özsavunma teknikleri eğitimi ve bunun için gereken bütün araç-gereç temini öncelikli alanlardır. Fabrikalarda konseyler, mahallerde ve okullarda komiteler kurulmalı, bütün bu çalışmalar bir birleşik işçi cephesi çatısı altında toplanmalıdır. Bütün bunlar yapıldıktan sonra bu birleşik cephe uygun olduğunda seçime de girebilir ve hatta başarı elde edebilir. Ama faşizmin sadece sandıkta ve parlamentoda durdurulabileceğini ve yenilgiye uğratılabileceğini düşünmek parlamentarizmin en hayalci düşü olur.

Kapitalizm insanlığı faşizme ve dünya savaşına sürüklüyor. Buna karşı proletarya önderliğinde saflarımızı hiç gecikmeden sıklaştırmalıyız.