Yeni bir 1968 geliyor, Filistin yeni Vietnam’dır, yeni bir Arap devrimi hazırlanıyor!

Yeni bir 1968 geliyor, Filistin yeni Vietnam’dır, yeni bir Arap devrimi hazırlanıyor!

Amerika Birleşik Devletleri'nde Filistin için eylem ve kamp düzenlenen üniversitelerin eyaletlere dağılımı

 

New York’un Columbia Üniversitesi’nden başlayıp Amerika’nın en ücra köşelerinde bile bazı üniversitelere orman yangını gibi hızla yayılan öğrenci eylemleri yeni bir 1968’in gelmekte olduğunu haber veriyor. Bu ilk dalga durulabilir. ABD’nin baskısı dolayısıyla İsrail’de Netanyahu-Ben Gvir-Smotriç hükümeti taviz verebilir, hatta düşebilir, bu da dünya çapında yükselmiş olan büyük gerilimi bir ölçüde rahatlatabilir. Tempoyu öngörmek mümkün değildir. Ama Filistin sorunu, aynen Vietnam gibi bütün dünyanın gündemini belirlemeye başlamıştır ve kısa vadeli iniş-çıkışlar ne olursa olsun kolay kolay yeniden 7 Ekim öncesi eski statükoya dönemez. Dolayısıyla, Filistin, başka sorunlarla da iç içe geçerek, dünya çapında zaten gerilmiş zemberek gibi bekleyen büyük mücadeleleri tetikleyecek büyük mesele olmaya adaydır.

7 Ekim sonrasında bölge ve dünya durumu

Hamas’ın “El Aksa Tufanı” adını verdiği 7 Ekim operasyonu sonrasında, özellikle solda sorun sanki Filistin ile İsrail arasında kalmaya devam edeceği varsayılan bir çatışma olarak ele alındı. Hiç kuşkusuz, emperyalist ülkelerin, Arap âleminin, diğer büyük güçlerin, hatta bu değişik öbeklerdeki kitlelerin 7 Ekim’den sonra ortaya çıkan duruma tepkisi ve olayların gelişimine etkisi herkesçe tartışılıyordu. Tartışılmayan, son dakikaya kadar görülmeyen, ancak olaylar başladıktan sonra farkına varılan, çatışmanın hem bölgeye sıçraması hem de dünya konjonktürünü altüst etmesi olasılığı idi.

Biz buna karşı ısrarla bu meselenin bir Filistin-İsrail çatışması olarak kalmayıp bölge ve dünya çapında önemli gelişmelere yol açabileceğini vurguladık. Bu yaklaşımımız 7 Ekim sonrasında davet edildiğimiz iki televizyon programında söylediklerimizden kolaylıkla görülebilir. Aleyna Onbaşı ve İskender Özturanlı’nın davetiyle 14 Ekim’de (yani El Aksa Tufanı’nın başlamasından bir hafta sonra) Flash TV’de (https://www.youtube.com/watch?v=Bh5SL83K7Xw&rco=1) ve Sorel Dağıstanlı’nın ev sahipliğinde 24 Ekim’de (yani 7 Ekim’den yaklaşık iki hafta sonra) Halk TV’de (https://www.youtube.com/watch?v=zL-vDPg2Pvc) katıldığımız programlarda olayın ölçeğinin büyümesinin ne kadar yüksek bir olasılık olduğunu vurguladık.

Özellikle Halk TV programında “daha işin başındayız, daha çok aşamalardan geçeceğiz, bu işin çok harlanacağını düşünüyorum” dedikten sonra dört ayrı faktörü öne çıkarmıştık: (1) İsrail’in kendi iç çelişkisi, İsrail halkının yarısının bu hükümetin aleyhinde neredeyse bir yıldır sokaklara çıkıyor olması dolayısıyla içeride sarsıntı olasılığı; (2) diğer Arap ülkelerinin halklarının tepkisi, kitleler ile devletler arasında büyüyen açı farkı sonucu 2011-2013 ve 2019 devrimci ataklarında bir “devrim atmosferi” yaşamış Arap kitlelerinin ayağa kalkma ihtimali; (3) Ortadoğu’da (Batı Asya’da) İsrail’in karşısında konumlanmış olan ve İran’ın liderliğinde bir kamp oluşturan (“Direniş Ekseni”) bir dizi gücün varlığı (Lübnan Hizbullahı, Irak’da Haşd-i Şâbi, Yemen’de Husiler ve bazı devletler, yani Esad Suriyesi ile İran) dolayısıyla bir Ortadoğu (Batı Asya) savaşı ihtimali; (4) Batı’da ve dünyanın birçok başka ülkesinde kendini dev kitle gösterileriyle ortaya koyan Filistin taraftarlığı yani “yavaş çekim soykırım”a isyan.

Orada da vurguladığımız gibi böyle çelişkilerin olgunlaşması ve patlama noktasına ulaşması zaman alır. İsrail halkını ortadan yaran gerilim, kendini zaman zaman rehinelerin serbest bırakılması karşılığında ateşkes formülüyle ifade eden kitle gösterileriyle ortaya koymuş olsa da bu faktörler arasında en yavaş ilerleyen zamansallığa tâbi faktör olarak belirmiştir. Diğer üçü çeşitli biçimlerde ağırlıklarını duyurmakla birlikte meyvelerini ancak son bir ay içinde vermiştir. Arap kitleleri Ürdün’de, Irak’ta, başka ülkelerde Filistin’e duyarlılığını ifade etmiştir ama henüz bir patlamaya yol açmamıştır. Öteki ikisi ise son bir ay içinde olgunlaşmıştır. Önce İsrail’in kışkırtmasıyla Batı Asya bir savaşın eşiğine gelmiştir ama ABD şimdilik İsrail’i durdurabilmiştir. Ardından Batı’da, özellikle ABD’de üniversitelerde kurulan Filistin’e destek çadırkentleri Filistin’in, Siyonizmin en büyük destekçisi olan emperyalist ülkelerde ne çok taraftarı olduğunu ortaya koymuştur.

Dünya yeni bir evreye geçmek üzere. Amerika’da üniversitelerde yaşanan büyük orman yangını 1968 ruhunun yeniden doğmakta olduğunu gösteriyor. Batı Asya ise bir mayın tarlasında ilerliyor. Her an bir kaza bölge çapında bir savaşa yol açabilir.

Filistin yeni Vietnam’dır!

Vietnam’ın günümüzde geldiği yer dolayısıyla (içten içe kapitalistleşme, Çin’e karşı ABD’yle ittifak yolunda ilerleme vb.) genç kuşak (elbette zaten politikleşmiş azınlık dışında) pek bilmeyebilir: Vietnam 1968 hareketinin sembol ülkesiydi, hem tekil ülkelerde solu birleştiren hem uluslararası devrim hareketinin üzerinde müttefik olduğu en önemli davaydı. Genç kuşak Vietnam’ın 1968 hareketi için öneminin en çok Che Guevara’nın “iki, üç, daha fazla Vietnam!” şiarının şimdi de zaman zaman kullanılması dolayısıyla farkına varmıştır. Bu da gösteriyor ki, Vietnam daha 1968 öncesinde dünya çapında mücadelelerde büyük önem taşıyordu. Zira Che’nin emperyalizm tarafından katli Ekim 1967’de gerçekleşmiştir.

İşin kısa özeti şudur: Vietnam’ın kuzeyi İkinci Dünya Savaşı sonunda, 1945 yılında bir işçi devletinin kurulmasına sahne olmuştur. Ancak ülkenin güney yarısı geleneksel sömürgeci güç Fransa’nın hâkimiyeti altında kalmıştır. Vietnam’ın komünist devrimcilerinin ordusu Viet Minh 1954’te Fransız ordusunu Dien Bien Fu muharebesinde ağır bir yenilgiye uğratmış ve Fransa’nın ülkeden çekilmesini sağlamıştır. Ancak Amerika Güney Vietnam’ın gerici rejimini himayesi altına almıştır. Vietnam komünistleri iki onyıl boyunca ağır mücadeleler vermek zorunda kalacaktır.

1964’te ABD istihbaratı eldeki bilgileri çarpıtarak Kuzey Vietnam donanmasının Tonkin Körfezi’nde ABD gemilerine saldırdığı yalanını uydurdu. On yıldan fazla bütün dünyayı sarsacak olan Vietnam savaşı böyle başladı. 1971 yılında Daniel Ellsberg adlı bir gazeteci işin aslını açıklayan belgeleri keşfetti ve New York Times gazetesinde yayınladı. Buna rağmen savaş 1975’e kadar sürecek, toplam olarak büyük çoğunluğu sivil milyonlarca Vietnamlı’nın, on binlerce de Amerikan askerinin ölümüne yol açacaktı. Ancak 1975’te imzalanan Paris Antlaşmaları sonucunda Kuzey ve Güney Vietnam birleşecek ve Güney de bir işçi devleti haline gelecekti.

İşte bu savaştır ki hemen Cezayir halkının Fransa’ya karşı kahramanca ulusal kurtuluş savaşının (1954-1962) zaferle sonuçlanmasının hemen ardından gelerek Vietnam’ı köle statüsünde tutmaya çalıştığı için büyük halk kitlelerini en başta da üniversite öğrencilerini, başta Amerika olmak üzere birçok ülkede ayağa kaldırmıştır.

Tet taarruzu El Aksa Tufanı’nın öncülüdür!

Vietnam halkı dünya devrimci hareketinin baş sembolü olduysa bu yalnızca emperyalizmin çok uzun bir süre boyunca çok ağır baskısına maruz kaldığı için değildir. Bundan belki de daha önemli olan, dünya tarihinin muhtemelen en güçlü ordusu olan ve Japonya’ya karşı 1945’te iki kez üst üste nükleer silah kullanmış olan ABD ordusuna karşı Vietnam halkının ve komünistlerinin büyük bir direniş savaşı vermiş olmasıdır. Burada da baş sembol Tet taarruzudur. 1968 yılı Ocak ayında Kuzey Vietnam ordusu ile Güney Vietnam’ın gerilla güçleri (Viet Kong) birlikte Güney Vietnam’daki bütün Amerikan askerî güçlerinin kontrol kumanda merkezlerine sürpriz bir saldırı düzenlemiştir. Vietnam genel kurmayı, sürpriz etkisinin Vietnam güçleri lehine işleyeceğini, ABD’nin askerî bakımdan çok zor duruma düşeceğini, bunun yarattığı cesaret sayesinde Güney Vietnam’da büyük bir kitle ayaklanmasının tetikleneceğini hesaplamıştı. Ne var ki, ilk sürpriz geçince ABD birlikleri toparlanmış ve saldırıyı püskürtmüştür. Sonunda Tet askerî açıdan Vietnam açısından bir yenilgi olmuştur. Halkın ayaklanması beklentisi de gerçekleşmemiştir.

Ama bu saldırı sayesinde Vietnam uluslararası gündemin merkezine oturmuştur. Amerikan halkının yanı sıra dünyanın birçok ülkesinin kamuoyu da ABD’nin Vietnam’daki hâkimiyetinin sağlam olduğun ikna olmuşken birden ufukta Vietnam’ın Amerika’nın kudretini sarsabilme ihtimali belirmiştir. Yani askerî bakımdan yenilgi olan Tet, siyasi olarak Vietnam davasını dünya gündemine oturtmakla büyük bir kazanım getirmiştir.

El Aksa Tufanı’nın ilk günlerinde ezilenlerin mücadelesini hep gereksiz ve çıkmaz yol olarak görenler Hamas’ın bu çıkışının bütünüyle Filistin halkının aleyhine olduğu fikrini ısrarla yaydılar. Gerçekten de Hamas sürpriz etkisiyle ilk başta askerî başarı elde etmiş bile olsa, daha sonra dünyanın gözleri önünde soykırım başladı. Ne var ki, El Aksa Tufanı da siyasi olarak Filistin davasını insanlığın gündeminin merkezine yerleştirdi.

Elbette Vietnam’ın önderliği Stalinist çarpıklıklardan geçmiş de olsa komünist bir önderlikti. Buna karşı Hamas İhvan-ı Müslimin ideolojisi içinde şekillenmiş, şimdilerde İran molla rejiminin nüfuzunun damgasını taşıyan bir İslamcı harekettir. Ama Filistin davasının haklılığı Hamas dolayısıyla bu gelişmelerden uzak kalmayı değil, Hamas’a alternatif bir önderliği pratik mücadele içinde inşa etmeyi gerektirir. Hamas’a kızıp yorganı yakmak, olsa olsa Hamas’ın (ve daha da önemlisi İsrail’in) işine yarayacaktır.

1968 henüz ruşeym halinde

Öğrenci eylemlerinin gerçekten 1968’i çağrıştırdığı tek ülke ABD’dir. Burada mücadele ülkenin dört bir yanına yayılmış ve militan biçimler almaya başlamıştır. Bu yazının başında yer alan Amerika haritasında hangi eyaletlerde ve hangi üniversitelerde Filistin taraftarı eylemler yapılmakta olduğu görülebilir.

Evet, doğru, eylemler Avrupa’ya, özellikle Fransa ve Almanya’ya sıçramıştır. Ama bunlara katılım çok yaygın değildir: Kamp ya da çadırkent kurma tek tük üniversitelerde gerçekleşmiştir.

Bugüne kadar yaşanan işgal ve polisle çatışma olaylarının tek bir özelliği bize 1968 tipi bir gelişmenin eşiğinde olduğumuzu düşündürmektedir: Amerika’da Columbia Üniversitesi’nde polis baskısı görülür görülmez eylemlerin birkaç gün içinde Amerika’nın dört bir köşesine yayılması, rahatsızlığın nasıl birikmiş olduğunu gösteriyor.

Dünyanın en büyük ekonomisi ve en güçlü emperyalist ülkesi olan Amerika, ironik biçimde son dönemde toplumsal mücadelelerde de önü çekiyor. Özellikle 2020 yılında, pandeminin orta yerinde, George Floyd adlı siyahinin polisin aşırı gaddar uygulaması sonucunda hayatını yitirmesinden sonra Amerika bütün tarihinin en yaygın eylemleriyle sarsıldı. Ayrıca, canlılık sadece öğrenci hareketinde değil, işçi sınıfında da açık biçimde görülüyor. Özellikle adını Birleşik Otomotiv Sendikası olarak Türkçeleştirebileceğimiz United Auto Workers sendikası yakın geçmişte üç büyük otomotiv şirketine karşı çok militan bir grev düzenledi ve bu sınavdan başarıyla çıktı. Sonra bir adım daha atarak otomotiv sanayiinin geleneksel olarak Bursa’sı olan Detroit bölgesi dışında, ülkenin sendikalaşma geleneği olmayan güneyinde özellikle yabancı firmaların sendika hakkını işçilerine vermemek için çok büyük oyunlar oynadığı eyaletlerde başarılı bir örgütlenme faaliyetine girdi ve en azından bir fabrikada yetki aldı. Nihayet yine güneyde ilk otomotiv grevini örgütlemiş durumda.

Örgütlenme mücadelesine sadece otomotiv işçileri girmedi. Starbucks servis elemanlarından Amazon’un işçilerine ve üniversite asistanlarına kadar birçok işçi sınıfı dilimi örgütlenmeye girişiyor.

Kısacası, 1968 sadece Amerika’ya ulaşmış olsa bile şimdiden önemli bir mevzi kazanmış demektir.

Uyuşturucusu olmayan bir 68 için!

Öğrenci hareketinin büyük halk kitlelerinden bağımsız olarak yükseldiği 1968 deneyimlerinde (Amerika, İngiltere, Almanya) hareket kısa süre içinde karakter değiştirdi. Türkiye 1968’i gibi devrimci bir kitle hareketi iken bir “karşı kültür” hareketine dönüştü, “hippie’leşti, uyuşturucuya sardı, insanlığın kurtuluşunun yerini libidonun serbestisi arayışı aldı, devrimci örgütten uzaklaşan gençlik, “komün”lere sığındı.

Her ne kadar bugün Amerika’da işçi sınıfı uzun canlı sermaye birikiminin son demlerindeki işçi sınıfının rahat koşullarından ve anti-komünist şartlanmasından çok uzak bir durumda olsa da, 1980’li yıllardan itibaren başlayan bir yoksullaşma, güvencesizlik, atomizasyon dalgasında toplumsal statüsünden ve ekonomik standartlarından çok şey yitirmiş olsa da, bir bütün olarak işçi hareketi ancak yeni yeni kıpırdanıyor. Yani şimdilik bu hareket gücüyle öğrencilere yol gösterecek durumda değil. Öyleyse Filistin soykırımına karşı kahramanca mücadele etmekte olan gençlere içten bir çağrı yapmalıyız: Uyuşturucudan uzak durun çocuklar! Geleceğinizi değiştirilmemiş bir kapitalist toplumun hücrelerinde kurulacak “komün”lere değil devrime bağlayın! Kadim Yunan’ın şarap tanrısı Diyonisos’un hayat felsefesini değil Marx’ın ve Lenin’in toplum ve tarihi kavrayışını kendinize örnek alın, çocuklar!

Ortadoğu (Batı Asya) savaşı gündemden düşmedi

İsrail’in Biden yönetiminin kendisine desteğinin zayıflamaya başlaması karşısında ABD’yi yeniden bütünüyle kendi yanına çekmek için başlattığı İran ile dalaşma üç turluk bir kılıç şakırdatmadan sonra duruldu. İran insan hayatını hedeflemeden çok sayıda füze ve dron yollayarak ve bir sonraki sefer daha sert vuracağını açıklayarak İsrail’in kendisinin Suriye Büyükelçiliği’ne yaptığı provokasyonu boşa çıkardı. Son raundda İsrail İsfahan’a mini dronlar yolladı. Bir İranlı yetkili bunları “oyuncaklara” benzeterek alaya aldı. İsrail de ABD’nin baskısı dolayısıyla karşılıklı tırmandırmayı harlamak istememişti. Batı Asya çapında savaş tehlikesi şimdilik gündemden çıktı.

Ne var ki, yarın böyle bir savaşın patlak vermesi yolunda birtakım gelişmelerin ortaya çıkması kimseyi şaşırtmamalı. Bu tür bir savaşın temelleri 2010’lu yıllarda adım adım oluşturuldu. Bu temellerden biri, düpedüz yalan gerekçelerle çıkarılan 2003 Irak savaşı bağlamında Saddam idam edildikten sonra İsrail’in karşısında bu sefer İran’ın kendine özgü gücüyle yükselmesi, özellikle de bu ülkenin nükleer silah elde etmesi ve böylece İsrail’in Batı Asya’daki nükleer tekeline son vermesi “tehlikesi” karşısında İran ile İsrail arasında kışkırtılan düşmanlıktır. İkincisi, Amerika’nın (ve gittikçe daha yoğun biçimde İsrail’in de) çabalarıyla Batı Asya’da Sünni Suudi Arabistan ile Şii İran arasında, Suud’un bütün Sünni devletleri arkasında toplamaya çalıştığı bir mücadele aynı dönemde keskinleşti.

Üçüncüsü, bu ikili kamplaşmada İran’ın hasmı konumunda olan iki öbek, yani İsrail ve Sünni gericiliği, önce Trump’ın sonra Biden’ın arabuluculuğuyla birbirlerine yaklaştılar. “İbrahimî anlaşmalar” olarak anılan zincirleme diplomatik ataklarla Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan İsrail’i tanıdı. Son aşamada Suud ile İsrail arasında görüşmeler yürürken El Aksa Tufanı gerçekleşti. Ama geçmişte düşünülemeyecek bir şey artık gözümüzün önünde gerçekleşiyor: Sünni İslam’ın hâkim olduğu bazı ülkeler İsrail ile bir “İslam Cumhuriyeti” arasındaki çatışmada İsrail’in yanında durabiliyor. İran’ın İsrail’e yolladığı füze ve dronların bertaraf edilmesinde Ürdün’ün önemli bir rolü olduğu herkesin malûmu. İngiliz Financial Times gazetesi Suud’un da bu olayda İsrail’e yardımcı olduğunu yazdı. Türkiye’nin Kürecik’ten ABD’ye ve dolayısıyla İsrail’e anlık veri aktardığı biliniyor. Erdoğan’ın son Irak ziyaretinde Irak hükümeti ve Barzani ile üzerinde anlaştığı çizginin İran’la çok daha iyi bir ilişki sürdüren Talabani ailesinin Kürdistan Yurtseverler Birliği’nden ciddi tepki aldığı da biliniyor.

Kısacası, Batı Asya patlamaya hazır bir fıçı haline gelmiştir. İsrail-Filistin mücadelesi her an bu dinamit fıçısının berhava olmasına yol açabilir.

Yaşlı köstebek Arap devriminin üçüncü raundunu hazırlıyor

Bu yazının başında Filistin-İsrail çatışmasının ve yaşanmakta olan “yavaş çekim soykırım”ın, temposu kestirilemeyecek bir süreç içinde genişlemeye eğilimli olduğunu belirtmiş, bölgeye ve dünyaya yayılması bakımından var olan dinamikleri ele almıştık. Kısaca hatırlatacak olursak bunlar (1) İsrail’de halkın derinden bölünmüşlüğü, (2) Arap halk kitlelerinin kendi devletlerinin emperyalizm ve Siyonizm karşısındaki pasifliği karşısında öfke içine girmesi, (3) Batı Asya’da bir savaş ya da savaşlar dizisi tehlikesi ve (4) dünya çapında halk kitlelerinin Filistin’deki soykırıma karşı ayağa kalkması olarak özetlenebilir.

Bunlardan son ikisi Nisan başından itibaren güncelleşmiştir. İsrail-İran arasındaki kılıç şakırdatma ve Amerikan üniversitelerinde ateş alan orman yangını bu ikisini güncel hale getirmiştir. İsrail’in içindeki volkanın patlaması muhtemelen en uzun zamanı alacaktır. Rehineler sorunu çok güncel ve yakıcı bir olaydır ama sonuç olarak en yakıcı biçimde sadece belirli sayıdaki aileyi ilgilendirmektedir. Tarih bize savaşların büyük toplumsal ayağa kalkışları kışkırtmakta en etkili faktör olduğunu, ama bu sürecin olgunlaşmasının genellikle çok ağır ağır geliştiğini gösteriyor. İsrail savaş içinde olmakla kalmıyor, tarihin en militarist devletlerinden biridir. Orada bu aşamada isyan çok büyük zorluklarla karşılaşacaktır.

Buna karşılık, Arap âlemi 2011’den beri ayaklanmaya ve devrime hazır olduğunu kanıtlamıştır. Özellikle Körfez ülkeleri dışında kalan Arap ülkelerinin halklarının bu onursuzluğa, emperyalizme bu itaate, Siyonizme karşı bu munisliğe daha ne kadar razı olacakları, sorulması gereken bir sorudur. Filistin kökenli nüfusu çok yüksek olan bir Ürdün, geçmişte Körfez gericiliğine karşı Arap uyanışının ana öncüsü rolünü üstlenmiş olan Mısır, kendisi emperyalist sömürgeciliği devrimci bir savaşla kovmuş olan ve 2019 devriminde bu ruhu canlandırmış olan Cezayir, hatta Tunus ve Fas gibi ülkelerin halkları, Arap halklarının karşılıklı duyarlılığı veri iken Filistin’in çarmıha gerilmesine daha ne kadar tahammül edebilecektir?

Elbette 2011-2013 arasında birinci, 2019’da ikinci raundunu yaşayan Arap devrimi, üçüncü bir kez ayağa kalkarsa, bunun tek nedeni Filistin olmayacaktır. Arap halkı daha önceki her iki raundda da ayağa kalktığında sömürülen ve dışlanan sınıfların ekonomik sorunları tayin edici bir rol oynamıştı. O zamandan bu yana ekonomik durum düzelmek bir yana daha da bozulmuştur. Lübnan halkının (milyonlarca Filistinli ve Suriyeli mülteci ile aynı kaderi paylaşarak) yaşadığı kelimelerle anlatılamaz yoksullaşma bunun doruğudur. Öte yandan, Kuzey Afrika’nın yaşadığı göç ve iltica krizi artık patlama noktasına gelmiştir. Tunus yerli yoksullarla kara Afrika yoksullarının her an birbirine girebileceği bir cangıldır. Daha kötüsü Libya esir kamplarının ve köleliğin arızi şekilde canlandığı bir cehennemdir. Fas Kralı, Tunus diktatörü, Libya savaş ağaları, Türkiye’de Erdoğan istibdadı, her biri ayrı tarzlarda kendi ülkelerini Avrupa Birliği hesabına dev birer yoksul göçmen-mülteci kampı olarak yönetmektedir.

Arap kitlelerinin, kendilerini yönetmekte olan rejimlerle, özellikle 2011-2013’teki birinci raunddan kalma kan davasına dönüşebilecek hesaplaşmaları da vardır. Tunus’un yoksul kent, kasaba ve mahallelerinin “fazla nüfusu”, Mısır’ın devrimde sendikalaşmış işçi sınıfı, Bahreyn’in Sünni bir sultan tarafından ezilen Şii halkı pusuda bekliyor. Fas’ta halk da aydınlar da öfke içindedir. Yani Arap devrimi bir kez daha patlak verdiğinde dağlar gibi sorunu çözmek üzere tarih sahnesine yeniden gelecek ve muhtemelen bu kez çok daha radikal çözümler arayacaktır.

Kulağınızı kabartın: Ortadoğu’da (Batı Asya’da) ve onunla ayrılmaz bir tarihî birlik içindeki Kuzey Afrika’da yaşlı köstebek harıl harıl kazıyor toprağı. Bir gün yeryüzüne çıktığında avazı çıktığınca haykıracak: Kahrolsun Siyonizm! Kahrolsun emperyalizm! Kahrolsun Arap işbirlikçileri!